Terör sorunu ülkenin en büyük sorunlarından
birisi hiç kuşkusuz. Ülkenin çok büyük bir bölümünde güvenlik sorununa paralel
olarak ortaya çıkan sosyal ve ekonomik sorunlar ülkemizin son 30 yılına damgasını
vurdu. Açıklanan rakamlar gerçekten korkutucu. Neredeyse ülkenin tamamını yeni
baştan imar etme ve kalkındırma fırsatının yok olduğu anlaşılıyor. Tabii ki terör sorunu devam
ederken kimse bu zayiattan bahsetmedi. Merkez Sağ hükümetler de dahil herkes
''Anadolu'dan Görünüm'' taktiğini benimsedi. Ölü terörist çoğaldıkça çözümün
yaklaşacağı zannedildi.
Türkiye'de terör sorunuyla ilgili
"Olağanüstü Hal Bölge Valilikleri" dahi sorunun çözümüne katkı sağlayamadı.
Tam azaldı bitti denildiği anda terör
yeniden hortladı ve ülkeyi matem havasına soktu.
Terör sorunu yalnızca dağlık bölgelerde
yaşanan çatışma değil. Hukuk devletini inciten ve hiçbir şekilde kabul edilmesi
mümkün olmayan suiistimallerin de serilip serpildiği bir süreç aynı zamanda.
Faili meçhul cinayetler, kolluk kuvvetlerinin suiistimalleri de terörün neden
olduğu hukuksuzluklardan. Bunların bölgeyi nasıl bir korkuya mahkum ettiği ve
hafızalara ne kadar uğursuzca yerleşmiş olduğunu tahmin etmek zor değil.
Ölüm öyle basit bir doğa olayı değil.
Arkasında büyük acılar, ağıtlar, feryatlar bırakır. Siyasete müdahale eden ölüm
dengeleri alt üst eder ve şiddetin dozu giderek artar. Şiddetin rasyonel şekilde
kullanılması gibi iğrenç bir politika hüküm sürer.
Terör sorunu da bu psikoloji etrafında
gelişti. Yüzlerce şehidimiz askeri eğitimleri olmaksızın namluların önüne
sürüldü. Anaları, babaları yeryüzünün en büyük acısı olan evlat acısını ta ciğerlerinde
hissettiler. Paylaşılamayacak kadar büyük bir acı olan evlat acısının
gölgesinde terör sorununu çözmek kolay iş değil. İncinen analara izah edilmesi
zor bir mesele.
Ancak bu feryadın bitirilmesi de zaruri
bir hal. Görmezden gelinecek bir sorun değil. Hele "atacaksın bombaları,
bitireceksin terörü" mantığının izah edilebilecek bir yanı bile yok.
Ulusal sınırlar içerisinde hukuk
kuralları geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti yalnızca kendi ulusal yasalarına değil
bağlı bulunduğu uluslararası hukuk kurallarına da tabidir ve çakıştığı anda iç
politikada bu kurallara uymak zorundadır.
Bu yüzden terör meselesi de uluslararası
hukuk kurallarına uygun şekilde yürütülmek zorundadır. Aksine bir çözüm belki
de ülkenin önümüzdeki 10 yılını bir de uluslararası sorunla mücadele etmek
zorunda bırakır.
Terör sorunu yalnızca PKK ile sınırlı
değil. 1980 ihtilali öncesinde yaşanan çatışmalar da en az PKK kadar bu ülkeye
zarar verdi. Yüzlerce Anadolu evladı iyice kavrayamadığı kavramlar yüzünden
birbirinin boğazını kesti. Büyük kutuplaşmalar, tarifsiz acılar, kaybolan
enerji ve kaybolup giden yıllar ülkeye ihtilal faturasını kesmekte gecikmedi.
Şiddet öyle zararlı bir hal ki fikir ne
kadar önemli olursa olsun şiddetin altında ezilmeye ve yok olmaya mahkumdur. Şiddet
fikrin, insanlığın, vicdanın ve aklın en büyük düşmanıdır.
Bu yüzden normalleşme ve sağlıklı bir
çözüme ulaşabilmek için şiddetin durmasında büyük yarar vardır.
Neredeyse tamamı Türk olan Osmaniye ve
civarında dahi insanlar yaylalara endişe taşıyarak çıkarken son birkaç ayda yaşananlar
sanki bir güvenlik duvarı çekti ülkenin etrafına. Bu görmezden gelinecek bir
durum değil. Kaybolan yılların telafisi
çatışmasızlık ortamını baki kılmakla mümkün.
Çözüm süreci toprak bütünlüğünü koruma şartıyla
Apo'yu yurt dışına sürmek de dahil birçok sorunun çekinmeksizin ve müştereken
konuşulması suretiyle devam ettirilmeli.
Kürt sorununun yalnızca PKK sorunu
olmadığı, Ortadoğu'nun yeni sorunlarından birisi olduğu görmezden gelinemez. İran,
Irak, Suriye ve Türkiye'de yaşayan Kürtler bu müzakere sürecine ve şiddet karşıtlığına
herkesten fazla karşı çıkmalıdır. Hükümet sorunun yalnızca Türkiye'ye mahsus
bir sorun olmadığının farkında.
Alternatif bir çözüm modelinden
bahsetmeden her önüne gelene vatan haini diyenler ırkçılığı ve iç çatışmayı
körüklediklerinden habersizce siyasete devam ediyorlar. Bu ülkemiz için büyük
bir kayıp ne yazık ki.