KÖSTEBEKLER GÖLGESİNDE SİYASET

2002 yılından bu yana iktidar olan ve hemen her seçimde aldığı desteği arttıran Adalet ve Kalkınma Partisi 30 Mart 2014 Yerel Seçimlerine cemaatin sert muhalefetiyle birlikte girecek. Fetullah Gülen Cemaati ile yaşanan tartışmalar cemaat yandaşlarının aşırılığı ve doğrudan cephe almasıyla giderek şiddetleniyor. Samanyolu TV, Zaman Gazetesi ve birçok yayın organı vasıtasıyla üzerinden yürütülen kampanyalar Ana Muhalefet Partisi’nin üslubundan dahi sert.

Cemaat şu anki pozisyonu itibariyle sadece “siyasal bir duruş” gösteriyor. Bu haliyle kendisini “insanların manevi dünyasına hizmet etmeye adamış kişiler” olarak tanıtabilmesi mümkün değil. Üstelik cemaatin seçimlerde önemli bir konuma sahipmiş gibi bir üslubu da benimsiyor oluşu göz önüne alındığında gerçekten “ilke” anlamında ciddi kuşkular akla geliyor. Şu anki hal ve sergilenen tavır itibariyle cemaatin seçim pazarlığına girebilecek kadar gözü dönmüş olduğunu hemen herkes dile getiriyor. Bu durum cemaatin yalnızca kendi ikbal ve menfaatinden mütevellit bir gizli planının olduğunu da doğruluyor.

Temsil ettiği misyon itibariyle seçim pazarlığından ziyade “ilkeleri” öne çıkarması gereken cemaatin “oy” u bir koz olarak ileri sürmesi ve adeta bir siyasi parti gibi çalışmaya başlaması düşündürücü bir husus. Cemaat bu haliyle düne kadar kendisine “takiyyeciler” diye itiraz edip nefesini kesmek isteyenleri adeta doğruluyor. Tabii ki bu durum Türkiye’de otoriter ve uzlaşmaz laikliğin yeniden sahneye çıkması anlamına da geliyor. Cemaat devletin her türlü dini düşünceyi ve yaşam tarzını kontrol altında tuttuğu böyle bir laiklikten memnun muydu, bu tarz laiklikle arasında uzlaşma mı vardı diye sormak lazım.

Son olarak Adana’da Suriye Türkmenlerine yardım malzemesi gönderen bir tırın Adana Cumhuriyet Savcılığı talimatıyla durdurulması ve Türk istihbaratçılarının darp edilmesi ve yardımın önlenmesi olayı cemaate bağlı olduğu söylenen kişilerin devlet politikasına karşı aleni olarak karşı durduklarını, istihbarat örgütüne sızarak alternatif politikaların yürütülmesine neden olduklarını da gösteriyor. Tabii ki cemaatin kendine özgü bir istihbarat veya devlet politikasının meşru kabul edilemeyeceği, cemaatçe sergilenen tavrın hangi ülkenin dış politikasına yardımcı olduğu da ciddi şekilde sorulacak ve araştırılacaktır.

Cemaatin temsil ettiği misyon itibariyle “ilkeli duruş”, “hakka taraf olma”, “adaletli davranma” gibi sorumluluklara sahip olduğu ve buna göre davranması gerektiği düşünülür.

Ancak işin içine toplumsal menfaatten bambaşka bir “menfaat” öğesi çıktığı zaman cemaatin kendi dışındaki tüm menfaatleri hiç umursamadığı, kendisi battıktan sonra kalan insanların hiçbir öneminin kalmadığı vahim bir durum ortaya çıkar. Bugün yaşanan tablo da budur.

Bir anda kıyamet kopartırcasına zulme uğruyormuş gibi ülke gündemini allak bullak eden olayları iyice abartarak bir muhalefet partisine dönüşmesi, hatta muhalefet partisinden daha öte üslup geliştirmesi ve neredeyse hükümet yanlılarını “tekfir” edecek kadar sert bir üslubu benimsemeleri son derece sorunlu bir tablo. Halbuki cemaat haksız yere yakalanma, gözaltına alınma, hapsedilme, adil yargılanmama gibi zulümlere uğramış da değildir. Işin kötü yanı da burası. Realitede zulüm olmadığı halde cemaat kendisini zulme uğramış insanlar topluluğu olarak lanse ediyor ve mensuplarını bu duyguyla da motive edebiliyor.

Bugüne kadar genellikle “mutedil”, “nazik”, “feragata meyilli” bir imaj çizen cemaatin tüm bu karakteristik özelliklerini bir köşeye koyarak tetikçiliğe soyunması ve bunu bir kurtuluş savaşına dönüştürmesi işin arka yüzünde bambaşka güçlerin olduğunu da akla getiriyor.

Olaya insan terbiyesi yönünden de bakmak lazım. Yazılı ve görsel basın yalnızca insanların ahlaksızlaşmasına, dünyevileşmesine ve bencilleşmesine hizmet etmiyor. Cemaat sahibi olduğu yazılı ve görsel basın ile aslında onlarca yıldır belli bir insan profili oluşturuyor. Özellikle manevi liderin Amerika Birleşik Devletlerinde yaşamasına ragmen ondan gelen haberin veya mesajın “gizemi” ve “kutsallığı” herşeyi gizlileştiriyor. Lider ulaşılmaz hale getirildiği gibi aynı zamanda her sözü emir kabul ediliyor.

Televizyonlarında yayınlanan  dizilerin özelliklerine bakıldığı zaman otoriteye başkaldıran herkesin manevi bir azaba uğrayacağı öne çıkarılarak insanların “özgür düşünce hürriyeti” ne kısıtlama getirildiği ve kişilerin izin almadan adım atamaz hale getirildikleri görülüyor. Bu nesil de pek tabii ki aldığı her emrin kitaba uyup uymadığını araştırma gereği dahi duymadan emrin gereğini icra ediyor. Bu “adanmış ruhlar” şeklinde formüle edilirken esasen insanlar gerçek dünyadan da koparılıyorlar.

Bu tip yapılara sızma son derece kolaydır. Cemaat içine yapılan sızıntıyı hiç umursamadan emredildiği yolda ilerliyor. Diğer Müslüman kardeşlerine ne kadar büyük zarar verdiklerini de hiç umursamıyorlar. Ne yazık ki diğerlerinin varlığını küçümsemek ve yok saymakla yürünen yolun varacağı yer de bu karanlık noktadır.