Y. Doç. Dr. Mehmet CİHANGİR

Bu yazının görülen lüzum üzerine yazıldığından emin olmalısınız.

Rızkın onda dokuzu ticarettedir İslam dinine göre.

Günümüz nüfus sayımına göre dünyada bir buçuk milyar İslam nüfusu var. Her ailede beş kişi olduğunu varsayarsak bu nüfusun beşte biri çalışmalıdır. Fiilen 300 milyon kişi ekmek kazanmak zorundadır ailesini geçindirmek için. İslam öğretisine göre bunların da onda dokuzu yani günümüz nüfusuyla 300 milyonun 270 milyonu ticaretle uğraşacak…

Önerilen budur.

Peki bu kadar yüksek sayıda ticaretle uğraşan insan için, İslam dininin çalışma kılavuzu koymadığını düşünmek mümkün mü?

Kuralların konmamış olduğunu düşünmek bile akla zarardır…

İncelendiğinde aslında birkaç kelimede özetlenir bu kurallar.

Dürüst ve iffetli olacaksınız…

Kanaatkâr olacaksınız.

Merhametli olacak cimrilikten kaçınacaksınız.

Daha da kapsamlısı kendin için istediğini başkası için de isteyecek, kendine yapılmasını istemediğini başkasına da yapmayacaksın..

Daha çoğaltmaya gerek var mı sizce?

Dürüst olan biri hileli tartar mı? Dürüst olan biri yalan söyler mi?

Dürüst olan biri imzaladığı senedi, çeki imkanı olduğu halde ödemeyip alıcısını perişan eder mi?

İffetli olan biri dükkanına gelen kıza, kadına kendi ailesine baktığının dışında bakabilir mi?

Böyle biri müşterisine kibar davranmaz, kabalık yapar mı?

Peki kanaatkar olan biri aşırı hırs gösterip bire aldığını üçe satabilir mi?

Belirlenen fiyat limitleri varsa hile ile de olsa o limitlerin dışına çıkar mı?

Merhametli olan biri fakirin hakkı olan zekatın kendi malının içinde kendisine gönderildiğini bile bile fakirin hakkını yer mi? Ya da kendi çocuklarına yedirebilir mi?

Ayın belli dönemlerinde vatandaştan stopaj adı altında aldığı bazı vergileri nasıl götürüp vergi dairesine ödüyorsa…

Bazı mallarda kırktabir, bazılarında ise onda bir olan hakkını götürüp fakire ödemez mi?

Vergi dairesine ödeme yapmadığında nasıl ceza ödeyecekse, fakire ödeme yapmadığında bunun da bir yaptırımının olacağını bilmez mi?

Ve dahi…

Kul hakkı yiyen birini, hak sahibinden başkasının asla affetmeyeceğini… Allah’ın bile bu affı yapmayacağını bilmedikleri düşünülebilir mi?

Bütün dinlerin, hatta insanlığın bile nefret ettiği bir davranış olan cimriliği yaşam tarzı haline nasıl getirir insan.

Ve son kural çok açık…

Aslında yukarıda yazılanları bile özetler…

Hz. Peygamber buğday almak için çuvalın içine elini sokar. Ama o da ne? Buğdayın üstü kuru altı ıslak… O zaman her esnafı titretmesi gereken kaideyi hatırlatır:

“Aldatan bizden değildir. Ayrıca aldatanlar kıyamet gününde peygamber katilleriyle birlikte haşrolunacaktır”

Ve arkasından da aldatmadan kaçınanlara müjdeyi açıklar:

Doğru, güven duyulan bir esnaf, kıyamet günü peygamberlerle, sıddıklar ve şehitlerle beraber imtihan olacaktır”

Yani…

Peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin imtihanı kaybetmeleri, cehenneme gitmeleri mümkün mü?

Asla değil…

O halde bu yaklaşımın sonucu dürüst esnafın da bu sınavı kaybetmeyeceği yönünde olmalıdır.

Buraya kadar olması gerekenler yazıldı…

Peki ya uygulama…

Önce Osmanlıdan bir kaç örnek…

Alıntı İbrahim Refik’in Tarih Şuuruna Doğru adlı kitabından…

“Yer Hollanda Ticaret Odası… Ve seçim yapılmakta… Ancak oylar eşit çıkıyor..

Oda reisi “İçinizde Türklerle alış veriş eden var mı?" diye soruyor. "Evet" cevabını aldığı kişiye dönüp, “Senin oyun imtiyazlı olarak iki oy olarak kabul edilmiştir” diyerek seçimi sonuçlandırıyor”

Olayın nedeni nedir sizce?

Çünkü Osmanlı’da ticaretin her alanında dürüstlük ve ahlak ön plandadır. Dürüst insanlar ancak dürüst insanlarla ticarete devam ederler…

Olayın özü bu.

İkinci bir örnek…

Yabancı kumaş taciri bir fabrikadaki tüm kumaşları almak istiyor. Osmanlı tüccarı biri dışında tüm kumaşları veriyor. Yabancı tüccar o kumaşı neden ayırdığını sorunca "Onu sana veremem, kusurludur" cevabını alıyor. Yabancı tacirin "ziyanı yok, önemli değil" demesine rağmen Osmanlı esnafı o kumaş topunu vermiyor.

“Ben” diyor “sana doğruyu söyledim. Ancak sen müşterilerine aynısını söylemeyebilirsin. O zaman ben bu kusurlu maldan sorumlu olurum”

Yeterli değil mi sevgili okuyucular bu örnekler…

Çoğaltmak, ansiklopediler dolusu örnekler vermek mümkün…

Peki bugün…

Türkiye’de, Osmaniye’de nedir durum?

Tüketiciler, müşteriler olarak biz bilebileceğimiz kadarını biliyoruz.

Hatta esnafın bilmediğimizi zannettiklerini bile bilmekteyiz…

Bu nedenle de…

Esnaf kendini vicdan mahkemesine sanık olarak oturtmalıdır…

Ve sormalı vicdanına… “Doğru yapıyor muyum?” diye.

Şahit falan da aramamalı etraftan…

Bilmeli ki “vicdan mahkemesi şahit istemez”

Az sayıda da olsa bu mahkemeyi kazanan insanlar olduğunu düşünenlerdenim…

Ama bu ülkede, bu şehirde çok sayıda kaybeden olduğunun da şahidiyim…

Örnekler mi…

Çok kısa ve çok az birkaç örnek.

Uzun yıllar ayrı kaldığım Osmaniye’ye geri geldiğim Şubat ayı içerisinde, seçkin bir topluluk arasında yapılmakta olan bir sohbette Osmaniye’de çalışan başka şehirden gelmiş bir dosta sordular: Osmaniye’nin esnafı nasıldır?

Cevap benim dünyamda buz kesmişti o zaman…

“Ustalarıyla alışveriş yaparken çok dikkatli olun… Yaptığı işle ilgili en küçük ilave şeyde sizden para istiyorlar. Örneğin bir çamaşır makinesi monte ettirdim. Anlaşmamıza rağmen duvarda açtıkları delik için bile bende para aldılar”

“Abi abartmıyor musunuz?” diye sorduğumda peşpeşe anlatılan bir sürü olay…

Söz verilen tarihte işlerin teslim edilmediğinden…

Paranın sözkonusu olduğu her durumda yemin edildiğinden…

Ellerinde işleri varken, nasılsa bu iş garanti diye başka işlere gidildiğinden…

Ve saire…

Örnekler öylesine çoktu ki…

O gün bu kentin yerlisi olarak o sohbette bulunmayı asla istemezdim.

Bu köşenin okuyucuları bu şehre olan samimi ilgimden şüphe etmeyeceklerdir.

Bu samimiyete güvenerek ısrarla söylüyorum ki…

Bazı esnafımızın ve ustalarımızın olması gereken davranışlardan çok uzakta olduğunu bizzat ben de müşahade etmekteyim…

Geleli altı ay olmasına karşın beklediğim Osmaniye’nin oldukça uzağında buldum kendimi diyebilirim…

Bizzat mesleki olarak da ilgi alanımıza girdiği için vurgulamak zorundayım…

Esnaf kültürümüz beklenen güzellikte oluşmamıştır.

Örneğin esnafımızda ciddi biçimde kabalıklar görülmektedir. Kibarlık maalesef yoktur. Olan da yapmacık kalmaktadır…

Tarifimize uymayanları tenzih ederim.

Esnafımız bir Antep, bir Kayseri esnafı gibi kazançlara ve müşterilere karşı duyarlı değildir.

Mallarını satmak için hiç gerek yokken yemin etmektedirler.

Yanıbaşlarındaki Adana ve Antep illerinde ucuza satılan malların çoğu burada oldukça yüksek fiyatlarla satılmaya çalışılmaktadır…

Açıkçası bunları çoğaltarak şehrimizi afişe etmek de istemiyorum…

Kaçınılmaz olarak bu olayın üzerine gelecekte sıkça eğileceğimizden emin olabilirsiniz.

Ancak şahsımı çok üzen bir olayı anlatarak bu tür insanlara karşı ne tür tepkiler geliştireceğimizi birlikte tartışalım.

Yer Osmaniye’de bir işyeri. Meslek grubunu özellikle belirtmiyorum diğer mensupları zan altında bırakmamak için.

Gece saat on falan…

Alacaklarım hazırlarken bir başka müşteri giriyor işyerine…

Adam yorgun belli… “Abi bir çayınız yok mu içsek” diyor işyeri sahibine.

Esnafın adama verdiği cevap sadece o meslek grubu için değil tüm Osmaniyeliler adına utanç verici bir cevaptı.

“Yok kardeşim. Hükümet çay içirecek hal mi koydu bizde”

Bir anda yıllardır görev yaptığım Şanlıurfa esnafı ve Şanlıurfalının misafirperverliği geldi gözümün önüne…

Esnaftan çay isteyeceksiniz de “yok” diyecek size…

O adama o şehri terk ettirirlerdi eminim…

Bu olayı Osmaniye esnafı ile asla bütünleştirmiyorum… Bu bu halka, esnafa iftira olur.

Ancak böyle bir esnafın da içimizde bulunduğuna maalesef şahit oldum.

Benim şehrimin esnafı bir bardak çayın, kahvenin hatırını bilmeyenlerden olamaz…

Malum esnaf adına duyduğum utancımın hala devam ettiğini ifadeyle iyi haftalar diliyorum…