Önceki yazının devamı…
- Senin çoluğun çocuğun olmadı mı hiç? Hanımın hiç olmadı mı?
Bu soru Mehmet’in ciğerine ateş düşürdü. Hüzünle uzaklara baktı, baktı, baktı… Gözlerinden yaşlar aktı. Burnunu çekti, yutkundu. Ne diyeceğini, ne yapacağını kestiremedi. Kelimeler boğazında kör düğüm oldu, sesini soluğunu kesti. Bir müddet öylece sustu. Sonunda gözyaşlarını silerek:
- Oldu Doktor Bey, oldu! dedi. Ama onu, elindeki sigarasını göstererek, şu pis sigara ile ben öldürdüm! Beni tutuklasalar, katil diye yargılasalar yeri var. Ben bunu hak ettim Doktor Bey. Bir de dünya güzeli bir kızım vardı. Uçan kuştan, esen yelden korumaya çalışıyordum onu. Bu şehirde tıp öğrencisiydi. Benden, son olarak para istedi. Ben de en son kalan on dönümlük tarlamı sattım. Birazını ona gönderdim, birazını da meyhanelerde o çirkef dostlarımla yiyip, içtim.
Doktor Bey, önce ben alkolü içtim, sonra alkol alkolü içti, en sonunda da alkol beni içti!.. Yuttu beni, yaktı beni, yıktı beni, yok etti beni alkol!..
Resmen ağlamaya başladı Mehmet.
- Seni çok üzdük Mehmet Bey, sanki kanayan yaranıza tuz bastık, kusura bakma!.. Ha!.. Kızınız ne oldu, bitirdi mi okulu?
Daha da hüzünlenen, hıçkırıklar boğazında düğümlenen Mehmet, cebinden bir gazete parçası çıkararak oradakilere gösterdi:
- İşte!.. Kızım da böyle öldü! Doktor Bey. İyi bak buna, belki işine yarar bu gazete parçası!
Fatih, kendisine uzatılan kâğıt parçasını aldı, iyice baktı, tekrar takrar baktı. Sonra Mehmet’e baktı. Gözlerine inanamıyordu:
- Aman Allah’ım!.. Diyerek irkildi. Başı döndü, düşecek gibi oldu. Bu Suna! Bu Suna’nın resmi? Aman Allah’ım!.. dedi tekrar. İçinden de: ‘Ya bu ihtiyar çıldırmış, ya da ben!’ diye inledi.
İhtiyarın kolundan tutarak onu hızla sarstı:
- Sen… Evet sen… Sen bu kızın babası mısın? Gerçekten babası mısın bu kızın? Senin adın neydi ihtiyar?
Fatih çıldırmış gibiydi, etrafına manasız manasız bakmaya başladı. Ondaki tuhaflığı herkes seziyordu. Ne olmuştu bu doktora? Bir gazete parçası nasıl olmuş da onu bu kadar çarpmıştı; bu hale getirmişti? Anlayamadılar!
Biraz sonra Fatih kendine geldi ve yine Mehmet’e sorular sormaya başladı:
- Sen, Suna’nın gerçekten babası mısın? Sen, benim Mehmet Amcam mısın? Sen komşum Ateş Mehmet misin? Sen ağam Ateş Mehmet misin yoksa? dedi.
- Evet ya! Sen de komşumun çocuğu Doktor Fatih Bey’sin değil mi? Sen osun değil mi?
- Evet ya! Ben de oyum amca!
Aynı anda birbirlerinin boyunlarına sarıldılar, uzun müddet ayrılmadılar, ağladılar, ağladılar!..
Bu manzara karşısında herkes dona kalmışlardı, ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Dünyada binde bir olacak bir olaydı bu.
Fatih, herkesten çok şoka girmişti. Ellerini ısırıyor, yüzlerine vuruyor, başı döner gibi oluyordu, oturdu.
- Arkadaşlar, dedi, ben rüya görmüyorum değil mi?
Biraz dinlendikten sonra hâlâ ayakta duran Ateş Mehmet Beyin elinden tutarak onu da oturturdu.
- Şimdi siz, gerçekten Suna’nın babası Mehmet amca mısınız?
- Evet, dedi ihtiyar.
- Öyleyse beni tam olarak hatırlayabildiniz mi?
Gözyaşlarını titrek elleriyle silen Ateş Mehmet:
- Evet, şimdi daha iyi tanıdım! Siz değişmişiniz ama sesiniz hiç değişmemiş. Siz Fatih’siniz!..
- Ama siz çok değişmişsiniz Mehmet Amca! Hâlâ gözlerime inanamıyorum! Ama siz o olmasaydınız Suna’nın resmini cebinizde taşımazdınız! Şu kimliğinizi verir misiniz bana?
- Vereyim Fatih’im! Vereyim Doktorum! Dedi ve cebinden çıkararak verdi.
- Doğru! Gel seni bir daha kucaklayayım amca!
Defaatle kucaklaştılar. Ateş Mehmet ellerini Mevla’sına açarak:
— Hey yüce Rabbim! Cansız yumurtaya can veren Rabbim! Sen neye kâdir değilsin ki? dedi.
Sendeledi, düşecekti. Tutarak banka oturttular. Fatih, iki de bir ellerini dizlerine vuruyor: “Allah Allah! Allah Allah!..” diyerek farkına varmadan hayretini belli ediyordu. Sonunda:
- Mehmet Amca dedi, bak, epey bir zamandan beri sizinle burada konuştuk. Ama ben sizi Gaziantep’teki Ateş Mehmet Amcama benzetemedim. Siz beni tanıyabilmiş miydiniz?
- Hayır! Her şeyi bizim Suna’nın resmi aydınlattı Fatih’im.
- Doğru! dedi Fatih.
Elinden sıkıca tuttuğu Ateş Mehmet’e:
— Haydi, evimize gidelim, Mehmet Amca, haydi. Kalk, yürü!
Ateş Mehmet yerinden kımıldamadı.
- Çok sağ ol Fatih oğlum, çok sağ ol! Eksik olma! Bu teklifin de yeter bana!
- İnat etme Mehmet Amca! Seni bu hallerde buldum, bu hallerde bırakamam! Yürü!..
- Sen git, bizim yerlerimiz oralar değil, bizim yerlerimiz buralar! Çöplükler bizim yerimiz Fatih oğlum, çöplükler! Biz oralara değil, buralara layığız!
- Hayır, Mehmet Amca, seni buralarda böyle bırakamam! Lütfen yürür müsünüz? Yürü de kötü günler geride kalsın!..
- Doktor Bey oğlum, siz gidin! Ben İsmail’imi yalnız bırakamam! Biz, dilendiğini paylaşan iki kader arkadaşıyız! Varsa bize bir sigara parası ver, yeter! dedi.
Elini cebine sokan Fatih, cebinden çıkan paraları saymadan Ateş Mehmet’in eline sıkıştırdı.
Ateş Mehmet de, İsmail de, orada bulunanlar da çok duygulanmışlardı, ağlayanlar da vardı. Ateş Mehmet birden Fatih’in boynuna sarılarak:
- Fatih’im benim, aslanım benim!.. diyerek ağladı, ağladı…
- Mehmet Amca, İsmail Bey de gelsin! İkiniz de misafirim olun! Sizi bırakamam buralarda, yürüyün gidiyoruz! dedi.
Mehmet’in yine yerinden kımıldamadığını görünce:
- İnat etme Mehmet Amca! dedi. Kaç kurtul bu girdaptan, kaç kurtul bu girdaplardan! Mehmet Amca sana çok şeyler anlatacağım! İnan bana!..
Arkadaşlar, sizler de kaçın bu girdaplardan! Düşmeyin bu yanlış yollara! Yalamayın ateşleri, zehirleri!..
Ateş Mehmet gayet ciddi, gayet net şunları söyledi Fatih’e:
- Yavrum Fatih! Bir beni kurtarman neyi değiştirir ki? Sen girdaplarla uğraş, sen girdaplarla uğraş, sen girdaplarla uğraş!.. Uğraş ki, girdaplar insanlarımızı yutmasın! Bataklıkları kurut ki sivrisinekler üremesin! İnsanlarımızı zehirlemesin, acı acı sokmasın!..
O an galeyana gelen öğrenci, sigara paketini yere atarak tepelemeye başladı, diğerleri de ceplerindeki sigara paketlerini yere atarak hınçla tepelediler. Öğrenci:
— Allah’ın belası, uzaklaş benden, uzaklaş bizden! diye bağırdı. Şu insanları gördükten sonra, şu anlatılanları duyduktan sonra bir daha seni içer miyim hiç? Bir daha ağzıma alıp o zehri yalar mıyım, koklar mıyım hiç? dedi.
— Seni gerçekten tebrik ediyorum delikanlı! Senin bu örnek davranışın diğer insanlara örnek olur inşallah! dedi Fatih.
— İnşallah, inşallah! dediler diğerleri.
— Mehmet Amca, mademki sen gitmek istemiyorsun, haftaya ben gelip seni ziyaret edeceğim! Tamam mı? Anlaştık mı? Biraz daha dayan, biraz daha diren! Sen, sen ol, yaşama azmini yitirme! Tamam, mı Mehmet Amca? dedi Fatih Bey.
— Tamam oğlum! Tamam! Direneceğim, dayanacağım inşallah!
— İnşallah, diyen Fatih, Ateş Mehmet ve oradakilerin ellerini sıkarak ayrıldı.
Fatih ve Naci arabalarına atlayarak, el sallayarak ve hafif de korna çalarak gözden kayboldular.
Geride kalanlar da arkalarından el sallayarak, yavaş yavaş dağıldılar.
Biraz sonra bankta yine iki kişi kalmışlardı ve Sinoplu İsmail arkadaşına şöyle soruyordu:
- Mehmet Bey, senin bu “Ateş” de nereden çıktı yahu?
- Bana Antep de “Ateş Mehmet” derler, diyerek başladı lakabının nereden geldiğini anlatmaya Ateş Mehmet. Konuştular, konuştular yine doyasıya konuştular…
Devamı var…