İman, bir intisaptır, bir bağlanmadır. Kul ile yaratıcı arasındaki bağ ve irtibattır. Kuldan yaratıcıya uzanan bir kabuldür.

Bu intisap ve kabul ile insan sonsuz bir vücuda aynalık etmektedir.

Allah?ın sıfatları ebedi, yani sonsuzdur. Onların aynası olan insan da bu intisap sayesinde ebedileşecektir. Ebediye dayandığı için ebedileşecektir. Dayandığı yer yıkılmadıkça o da yıkılmayacaktır.

İman ile Allah?a bağlanan insan, sonsuz bir hayata mazhar olacaktır. Ebedinin aynası da ebedi olacaktır.

Hadsiz vücutları kazanmasına bir vesiledir. Kendisinin şu anda yaşadığı vücutlardan daha kıymetli, sonsuz, ebedi vücutları meyve verecektir. Ona mensubiyetle bir an yaşamak, sonsuz bir vücuda mazhar olmak demektir.[1]

İman, insana şunu telkin etmektedir: Bu vücut, Allah?ın eseridir. Sen, onun mülkündesin ve onun memleketinde bir seyahate çıkmışsın. Onun mülkünde olan birçok memleketi gezeceksin. Seyahat edeceğin bütün mekânlar onun mülküdür. Dünyadan önceki mekânlar, onun mülkü olduğu gibi dünya, kabir, haşir, ahiret ve ötesi de onun mülküdür. İnsan, onun memleketlerinde, onun adına seyahat etmektedir. Her şey, onun emri ve bilgisi altında cereyan etmektedir. Her mekânın, vücut şekli ve davranış biçimi farklı da olsa, yine de onun emri ve gücü altında olacaktır.

Ona bağlanan, onun adına hareket eden için korku ve dehşete düşmesine gerek yoktur. Korku, ona ?âidiyetini? ifade etmeyen içindir. Onun ismini almadan bu seyahate çıkanadır. Çünkü her memleketin girişinde, kontroller olacaktır. O memleketin sahibinin iznini almayanlar, onun vatandaşı olduğunu belgeleyen kimlik ve pasaport almadan gelenler, kaçak girişten dolayı ceza göreceklerdir. Bir ülkenin vatandaşı olmayan bir kimse, o ülke sınırları içindeki her kontrolde kaçak muamelesi görecektir; o ülkenin hudutları içinde rahat seyahat edemeyecektir. O hudutlar içinde rahat gezmenin yolu, o ülkenin vatandaşı olmaktan geçmektedir. O kimlik, o mensubiyet, ona, ülkenin bir ucundan öbür ucuna kadar rahat bir şekilde seyahat etmesini sağlayacaktır.

Ruhlar âleminden anne karnına, oradan dünyaya sağ salim olarak seni atlatan güç, dünyadan sonra gidilecek memleketlerin sınır ve gümrüklerinden seni sağ salim geçirecektir. Senden istenen, sadece ona dayanman ve ona güvenmendir. Seyahatin yönü, ayrılığa ve yokluğa doğru değil, kavuşmaya doğrudur. Baba yurdu olan Cennet?e dönüştür. İşte, imandaki ?âidiyet? ve ?mensubiyet? budur.

İman, kulun cüz?î iradesini kullandıktan sonra, Allah?ın, onun gönlüne koyduğu bir nurdur. Peygamber Efendimizin (a.s.) tebliğ ettiği ?zaruriyât-ı dîniye? denilen inanılması mutlaka gerekli dini hükümleri geniş olarak; geriye kalan hükümleri ise icmalî (=özet) olarak kabul edip benimsemektir.[2]

İman; sanata, sanatkârı hesabına bakabilmektir. Her sanatın üstünde sanatkârının hünerlerini gösteren mührü görebilmektir. Varlıklar üzerinde, Allah?ın isimlerinin, nakış nakış işlendiği mükemmel tecellileri seyredebilmektir. Ne güzel demek yerine, ne güzel yaratılmış, ne güzel yapılmış diyebilmektir. Kendini ve içinde yaşadığı kâinat kitabını, yaratanı hesabına güzelce okumaktır. Hayatı ve hayatın gayelerini doğru okumak ve ona göre yaşamaktır.

İman, hayatın akışı bakımından geçmişi, hali ve geleceği beraber görebilmektir.[3] Yani, ben kimim, nereden geliyorum, burada vazifem nedir, buradan nereye gideceğim ve gittiğim yerde nelerle karşılaşacağım sorularına cevap bulmaktır. Günübirlik yaşamamaktır. Yani, hayatı yaşarken, duygularını sadece onun maddi kısmına yoğunlaştırıp, ikinci hayatı göz ardı etmemektir. Hayatına yön verirken geçmişi ve geleceği birlikte görüp ona göre davranışlarını düzenlemektir.

Gönüller üzerinde yıkılmaz bir kuvvettir iman. Kendisi ve kâinatı ile barışık yaşamaktır. Sanata bakıp sanatkârı gören bir göze sahip olmaktır.

İman, bir gönül ve gönüllülük işidir. Bir insanı zorla iman sahibi yapmak mümkün değildir. Gönülden kabul edilmeyen bir inancı, dil ile ifade etmek bir kıymet ifade etmeyecektir. Dinin tebliğ edicileri olan peygamberler, dini kabul ettirmek konusunda kimseyi zorlamamışlardır. Sadece tebliğ etmişlerdir. Hiçbir zaman zor kullanarak inanmalarını istememişlerdir. Bu durum, Kur?an?da gayet açık bir şekilde ifade edilmektedir.[4] Peygambere bile verilmemiş bir yetkiyi, herhangi bir insanın kullanma lüksü yoktur. Peygamberlere sadece tebliğ görevi verilmiştir.[5] Zorla iman ettirme gibi bir görevleri yoktur. Onun için iman, bir insanın gönül huzuru ile, göğsünü gere gere kabul edip benimseyeceği bir haldir.

[email protected]



[1] Nursi, Bediuzzaman Said, Şualar, s. 65

[2] Nursi, Bediuzzaman Said, İşaratü?l-İ?caz, s.45

[3] Nursi, Bediuzzaman Said, İşaratü?l-İ?caz, s.46

[4] "Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah'ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir" dediler. (Yasin 36/ 17)

[5] Al-i İmran 20, Maide 92, 99, Ra?d 40, ?