Şeaire Saygı:
Müslümanlar şeaire karşı saygılı olmak mecburiyetindedirler. ?Artık kim Allah'ın şeairini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalblerin takvasındandır." (Hac, 22/32) Şeaire saygı, takvadan doğan ve neticede yine takvaya dönüşen bir değerdir. İnancının şuurunda ve sorumluluklarının farkında olarak inanan bir kalbin hassasiyetidir.
Bediüzzaman'ın 1921 yılında Meclis-i Mebusan'a (Büyük Millet Meclisi) hitaben kaleme aldığı hitabede şeair-i İslâmın Türkiye ve İslâm alemi arasındaki ilişkiler açısından taşıdığı öneme dikkat çekmiştir. Türkiye'nin kazandığı zaferinden İslam âleminin memnun olduğunu ifade etmiştir. Zaferin arkasından yapılması gereken öncelikli işin, şeair-i İslâmı ihya ve muhafaza edici bir yapının oluşturulması olduğu üzerinde durmuştur. Şeaire sahip çıkmanın Türkiye'yi İslâm aleminde öncü role yükselteceğini belirtmiştir. Anadolu ile Müslüman dünyası arasındaki bağların şeairin ihyasından geçtiğini vurgulamıştır. Şeairde gösterilen laubaliliğin Avrupalı devletler nezdinde olumsuz ve güçsüz bir Türkiye imajı bırakacağını ve bunun da Türkiye'yi diğer Avrupalı devletler yanında itibarsız ve pasif göstereceğini ifade etmiştir. (Mesnevi-i Nuriye, s. 85-86)
İstanbul, Bursa, Edirne? gibi şehirleri gezenler, minareleri, mezarlıkları gördükçe bu yapıların manevi etkisini gönüllerinde hissedeceklerdir. Bunlar bin yılın bu topraklara nakşettiği sağlam şeairlerdir. Şeaire gösterilen özen ile dinin yaşanması arasında doğru orantı vardır. İhmali ise laubaliliği artırmaktadır. Lakaytlık bütün toplumda yaygınlaşmaktadır. Başörtüsü üzerinde koparılan fırtınanın asıl sebebi burada yatmaktadır. Başörtüsünü kamusal alanda görmek istemeyen zümrelerin ısrarlı bir şekilde başörtüsünü "siyasal" simge şeklinde değerlendirmeleri ilgi çekicidir. Dönemin şartlarına göre de "din"e ait bir sembol, siyasî simge olarak gösterilmek suretiyle yasakçılığa zemin hazırlanmasına çalışılmıştır.
Şeaire Riya Giremez:
Şeaire riya giremez. Çünkü şahsî bir kemal değildir. İslâm toplumunu ilgilendirdiği ve İslâm toplumunun ortak malı ve ortak hukuku olduğu için şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir. İslâmiyet sosyal bir dindir. Mesajı evrenseldir. Belirli bir kavmi değil, bütün insanlığı topluca kucaklıyor. Bir emri toplum olarak dinlemek, kişisel olarak dinlemekten daha önemlidir, daha faziletli sonuçlar doğurur. Çünkü toplumca dinlenen ve yaşanan emirler hem ?emr-i bilmaruf? ve ?nehy-i anilmünker? görevi ifade ederler, hem İslâm?ın tebliği hükmündedirler.
Diğer yandan, toplumca dinlenen emirler, toplum fertlerinin dem ve damarlarına kazınır. Toplum, fertler için koruyucu bir zırh hükmüne geçer. Toplumca bir emrin örf hâline getirilmesi, toplum fertleri açısından söz konusu emrin daha kolay, daha güvenle, daha zevkle ve daha huzurla yaşanılır olması demektir.
Toplumca dinlenmeyen ve yaşanmayan emirlerin ise, toplum fertleri açısından yaşanması çok daha zordur. Kimi zaman imkânsızdır.
Meselâ, ezanın okunmadığı, camilerin bulunmadığı ve namazın cemaatle kılınmadığı bir memlekette ki, bunların her üçü de sünnet bulunmaktadır, bir ferdin, şahsî farzlarından olan vakit namazlarını düzenli biçimde ve huzurla kılması zordur. Söz gelişi yukarıdaki sünnet emirlerin yasaklanmış olduğu bir memleketi düşünelim: Fertlerin demokratik tepki haklarını kullanmayarak sus pus olup, fakat evlerinde şahsî farzlarını hiç aksatmamaları çok makbul değildir. Bir dönem Türkiye?de bunlar yaşanmıştır.
Şeairin en büyük hikmeti, İslâm?ın sesinin ve mührünün Müslüman olmayanlara, nihayet bütün dünyaya iletilmesidir. Müslüman bir memlekete giren bir gayr-i Müslim?in, ilk bakışta ezanı ile, selamı ile, misafirperverliği ile, temizliği ile, dürüstlüğü ile, güvenilirliği ile, huzuru ile burasının bir İslâm toprağı olduğunu anlaması önemlidir.
Bu, Müslümanlar için bir borçtur. Gayr-i Müslim için bir haktır. İslâm tebliği açısından ise Müslümanların üzerinde bir vazife ve vecibedir.
Bu açıklamalardan şu anlaşılıyor ki, İslâmiyet, tebliği sadece Kelime-i Şahadet teklifi olarak görmüyor. Kelime-i Şahadet teklifi başta olmakla beraber, Müslümanların Kelime-i Şahadetin anlamını, yani esenlik ve huzurdan ibaret olan dinin emirlerinin toplumca yaşanıyor olmasına da ehemmiyet veriyor. Bu, bir gayr-i Müslim için yapılabilecek en iyi tebliğdir. Dini en etkili biçimde ve severek öğrenme yoludur.
Şeaire saygı göstermenin gereklerinden birisi de, şeair olarak kabul edilen dine ait esasların değiştirilmemesi, bize nasıl intikal etmiş ise aynı şekliyle muhafaza edilmesidir. Zamana veya mekâna bağlı olarak değişiklik yapılamamasıdır. Çünkü hürmet gösterilen değerler, bu hürmetin gereği olarak beraberinde korumayı da gerektirir. Korumamak ise hürmet göstermediğini ifade eden bir sonuçtur. Korumak, onun aynısını yaşamayı ve yaşatmayı gerektirir. Onun için Müslümanlar, şeairin yaşatılması mevzuunda asla bir gevşeklik göstermemeli veya onun değiştirilmesine asla razı ve taraftar olmamalıdırlar. Bu mevzuda gösterilecek en küçük bir gevşeklik veya değiştirilmesine taraftarlık göstermek, Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadesiyle insanın ebedî düşmanlarına yardımı etmesi demektir: "Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyleyse, zarurî vazifeniz, şeâiri ihyâ ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeâirde tehâvün, zaaf-ı milliyeti gösterir. Zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşci eder. "( Mesnevi-i Nuriye, Sayfa 87) Çünkü şeairi tahrip, netice itibariyle dini tahriptir, İslâm toplumunun dini yaşamasını tahriptir. Şeairin yerini kendisinin dışında hiçbir şey dolduramaz.
Devam edeceğiz?
ali_sarikaya@yahoo.com