DERVİŞ KAŞIĞI’NI BİLİR MİSİNİZ?

Selam ile...

Abone Ol

Selam ile...
Bugün kısa bir yolculuğum sırasında radyo dinlerken anlatılan bir kıssa dikkatimi çekti, sizinle paylaşmak istedim.
Anlatılan kıssa şudur; “Geçmiş zamanda bir büyük zata sevginin gerçeği ile bencil ve görünüşte olanını nasıl ayırabiliriz diye sorarlar. Bu zat, hele bir durun der ve bir çorba kaynatır, sofrayı kurar ve önce bir grup insanı davet ederek ellerine derviş kaşığı denilen ve sapı bir metreye yaklaşan kaşıkları tutuşturarak ve kaşığın sapının tam ucundan tutmalarını söyleyerek sofraya davet eder, elbette, kaşığın sapı çok uzun geldiği için hem çorbayı içemezler ve hem de üstlerini batırırlar ve mecburen sofradan aç kalkarlar. Bu zat, aynı sofraya ikinci grup insanı davet eder, aynı kaşıkları verir , bu insanlar karşıdakini ellerindeki kaşıkla doyurarak hep birlikte karınlarını doyurarak sofradan kalkarlar. Sofra sahibi ve soru sorulan zat; şimdi anladınız mı, sevginin gerçeğini, anlamını ve yararlısını der ve ilave eder, -Dünyayı tek başına karnını doyuracağın sofra zannedersen aç kalmaya mahkum olursun, kardeşini doyurarak doymayı düşünürsen ve ararsan muradına erersin!-”
Dinlediğim bu kıssa bana çok şey anlattı, sizi bilmem. Hayatımızın her safhasında, yaptığımız her işte ve en önemlisi yüreğimizin her duygusunda “Derviş Kaşığı’nı” unutmamamız gerekiyor.
Öfkenin, kinin, nefretin ve düşmanlığın  en baş sebebinin benlik ve bencillik olduğunu hatırlarsak; insanın benlik ve bencillik ile hırs ve ihtirasa düştüğünü unutmaz isek, nefsimizi arındırmaya ve yüreğimizi temizlemeye ve zenginleştirmeye başlayacağız. Her fukaralık mutlaka kötüdür, ama, gönül fukaralığı onulmaz bir derttir. Öyleyse, gönül fukaralığına düşmemeye özen göstererek, yüreğimizi zenginleştirmeye çaba harcayarak hayatımızı güzelleştirmenin peşinde olmalıyız.
Hele bir de, sevginin; vermek, verirken karşılık beklememek, paylaşmak, yardımlaşmak ve sevdiğini kendinin önüne koymak ve kendine tercih etmek olduğunu bir anlar ve yaşamaya koyulur isek, sıkıcı gelen şu fani hayatın ve boğucu gelen şu yeryüzünün bir cennet bahçesine dönüşmemesi ihtimali kalır mı?
Hayatımızı cennete dönüştürmeyi aramadan, cennetimizi önce yüreğimizde kurmayı istemeden; ölüm sonrası cennete de ulaşabilmek mümkün olmasa gerektir.
 “Kamil imana ermeden Cennet’e giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe kamil imana eremezsiniz, aranızda sevgiyi oluşturacak ve yayacak yolu göstereyim; aranızda selamı yayınız.” Nebevi buyruğunun muhatabı biziz, bu buyruğu anlaması ve anlamanın ötesinde yaşaması gereken biziz.
Her işin bir başı olduğu gibi, gönülden gönüle kuracağımız köprünün başı da bir selam olsa gerektir; ama laf olsun diye değil, yüreğin en derininden ve en içten esenlik dileğiyle verilen bir selam!        
 Yarın “Selam İle” devam etmek üzere, şimdilik hoşça kalın...