Önceki yazının devamı…

‘Demek ki insanları sevindirmek için çok şey de gerekmiyor. Bir simit, bir çay da insanlarımızı sevindirmeye yetiyor’, dedi içinden Fatih. Ama çoğu kere insanlarımızdan bunu esirgiyoruz. Bir selâm da böyle değil mi?’ diye düşündü. Sonra:
- Arkadaşlar, diyerek söze başladı Fatih. Bu milletin geleceğini düşünen herkes, kendi kendilerine şu soruları soruyor, ama doğru cevabını da bir türlü bulamıyor, bulsa da uygulayamıyor:
Bu aziz milletin gençliği nereye gidiyor? Kendilerine hazırlanan bu korkunç girdaplardan, tuzaklardan ne kadar haberdar? Gençlik bunlardan nasıl kurtulacak? Arkadaşlar, dedi.
Herkesin pür dikkat dinlediğini görünce sözüne şöyle devam etti:
- Arkadaşlar, şu güzelim Türkiye’miz, ne yazık ki sigara tüketiminde dünya dördüncüsü, alkol tüketiminde dünya üçüncüsü olmuş! Burası, Müslüman Türkiye’nin olması gereken yer mi Allah aşkına? Soruyorum sizlere!
Alkol yüzünden işlenen cinayetler, boşanmalar, mahkeme salonlarını tıklım tıklım dolduruyor! Trafik kazaları, yollarımızı geçilmez hâle getiriyor! Her gün bunları gazetelerden okuyor, televizyonlardan ürpererek seyrediyoruz! Şimdi ise gasp, bölücülük, anarşi, uyuşturucu, alkol, korkunç girdaplar gibi yavrularımızı habire içine çekiyor!
Arkadaşlar!.. Sizlerden ricamız şu: Sizler bu girdabın içine nasıl düştünüz? Bu kötü gidişata nasıl “dur!” diyebiliriz? Çare olarak neleri öneriyorsunuz? Tecrübeli insanlar olarak gençlere neleri tavsiye edersiniz? Başınızdan geçen ibretlik olayları samimi olarak bizlerle paylaşırsanız çok seviniriz. Belki bunlar sayesinde kurtuluşun da ip uçlarını yakalayabiliriz!..
Bizler bu konuyu araştırmak için yola çıktık, şimdiye kadar pek çok kişiyle görüşüp onları dinledik. Daha da dinlemeye devam edeceğiz. Yeter ki gençlerimiz bu girdaplarda boğulmasınlar! Şimdi de sizleri dinlemek istiyoruz. İsminiz neydi amca?
- Mehmet, dedi ve sözüne şöyle devam etti: Böyle bir şeye teşebbüs ettiğiniz için sizleri kutlarım, kucaklarım evladım!
Doktor not almaya başlayınca da:
- İyi, güzel de yavrum, bunun ne faydası olacak? Ne işe yarayacak bu çalışmanız Doktor Bey oğlum?
- Amca! Bu çalışmaları ileride yayınlayacağız. İnsanlar da bu olayları okuyarak ibret alacaklar. Aynı hataya düşmemeye çalışacaklar. Allah da Kur’an’ı Keriminde geçmiş kavimlerin başlarına gelenleri, örnek olsun, ibret alsınlar diye bizlere anlatmıyor mu? Muhakkak bazılarına faydası olur bunların.
- İnşallah, dediğin doğru çıkar Doktorum. İnsanlar, çoğu kere bilmediğinden değil, çok çok affedersiniz, huzurdan dışarı eşekliğinden hata yapıyorlar. Neyse, sen anlatmana devam et, dinliyoruz.
Mehmet’in sitemi kendisineydi, İsmail’eydi ve kendileri gibi bile bile, inadına hata işleyenlere idi.
Fatih gayet kendinden emin:
- İleride bu çalışmaları gazetelerde yayınlayacağız, aynı zamanda kitap haline dönüştüreceğiz. İnsanlar da bu anlatılanları okuyarak ibret alacaklar. En kolay tecrübe, başkasının başından geçen tecrübedir. Yoksa her şeyi ben tecrübe edeyim derseniz çok yıpranırsınız, çok acı çekersiniz, size pahalıya patlar!
Bu tutuğumuz notların bazıları ileride film, roman, tiyatro konusu olacak. Bunlar okunacak, oynanacak, seyredilecek!
Yine milletimizi bu konularda bilinçlendirebilmek için konferanslar, seminerler düzenleyeceğiz!
Arkadaşlar! Ben öyle tahmin ediyorum ki kötülüklerin pek çoğunun kaynağı cahilliktir; o konudaki bilgisizliktir!
Yoksa Hz. Ali, “Cahil cennette komşum olsa, cehennemi tercih ederim!” der miydi? Bizleri bu sözleriyle en sert bir şekilde ikaz eder miydi? İslâm’ın ilk emri “oku!” olur muydu?
Arkadaşlar! Ben söyleyeceğimi söyledim! Belki de uzattım! Ama yeri gelirse yine de söylerim! Önemli olan bu konuda sizlerin ne düşündüğü? Lütfen, anlatın da acı tecrübelerinizden tatlı neticeler çıkaralım, faydalanalım!
Herkesin sustuğunu gören Naci, ortalığı biraz da hareketlendirmek için:
- Sayın Doktorum, arkadaşlar biraz düşüne dursunlar. Müsaade ederseniz şu acı itirafı okuyayım. Arkadaşlar, bu acı itiraf, toy, tecrübesiz bir kızımızın itirafı.
- Hay hay, dedi Fatih. Buyurun sizi dinliyoruz!
Naci elindeki kitabı göstererek:
- Bu kitap da, bölücü faaliyetlere katılanların acı itirafları var. Ben sizlere Saliha Dağlı’nın başından geçenlerden bir bölümü aktarayım.
Arkadaşlar, bu kızımız İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde okurken, arkadaşları tarafından anarşi girdabına çekilmiş. Okulunu terk etmiş, sonunda dağlara çıkmış. 27 yaşındayken de çatışmalarda öldürülmüş. Ele geçen günlüğünde şöyle diyor:
“Annemi, ailemi çok özledim. Şimdi evde olsaydım, sıcak sobanın başında kıvrılır yatardım. Sonra annemin hazırladığı o mis gibi kokan tarhana çorbasını içerdim. Bana çok farklı şeyler anlatmışlardı. Ama dağdaki rezillikleri, canilikleri, onların ocağına düştükten sonra öğrendim. Hayatımda hiç bu kadar pişman olmamıştım. Okulu bıraktığıma çok pişmanım…
Yurtta, cıvıl cıvıl bir hayatımız vardı. Hatice, Aysun, Saadet, her yere birlikte giderdik. Onlar şimdi okulu bitirmişlerdir. Hepsi evlenmişlerdir belki de. Allah’ım ne olur beni affet. Çok pişmanın. Bu günlüğüm, eğer ben ölürsem anneme verilsin. Vasiyet ediyorum.”
- Vay yavrum vay! Dedi Mehmet.
Naci, Mehmet’in sustuğunu görünce okumaya devam etti.
“Vasiyet ediyorum. Annem de onu bir kitap altında toplayıp dağıtsın. Benim düştüğüm bu duruma başkaları düşmesin!
Anne, baba!.. Ne olur beni affedin. Ben size layık bir çocuk olamadım…”
Sinoplu İsmail çok etkilenmişti:
- Vay güzel kızım vay, dedi. Allah sizleri aldatanları kahretsin! Nasıl da kandırmışlar sabiyi?!..
Mehmet, yine bir atasözüyle söze karıştı:
- Çok, çok af edersiniz: “Sen eşek olursan semer vuran çok olur” Ne sabisi yahu, koskoca üniversite öğrencisi, dedi.
- İkiniz de görüşlerinizde haklısınız beyler, dedi Naci. Gençlerimiz, şöyle veya böyle, bir şekilde aldatılıyorlar. Neden? Vatan, millet, din, iman, namus sevgisini gençlerimize hakkıyla, yeteri kadar veremediğimizden. Düşmanlarımızı, düşmanlarımızın pis oyunlarını ve faaliyetlerinin iç yüzünü öğrencilerimize iyice öğretemediğimizden.
- Çok doğru söylediniz, dedi Mehmet.
Fatih söze karışarak şöyle dedi:
- Arkadaşlar, bakın, sizlere adamın biri içkiyi nasıl bırakmış ben de onu anlatayım:
Sinoplu İsmail, sözünü keserek:
- İçki de bırakılır mı yahu? Adına kurban olduğum!..
Mehmet, arkadaşının dizine vurarak:
- Sus da dinle! Gevezeliği bırak. Adına kurban olduğun o zıkkım, bizi bu hallere düşürdü, kurbanım, dedi. Buyurun Doktorum sizi dinliyoruz.
İsmail, bu çıkışa biraz kırıldı, ama pişkinliğe vurdu, sustu, belli etmedi.. Fatih de bunu fırsat bilerek konuşmasına şöyle devam etti:
- Arkadaşlar, dedi, sarhoşun birine arkadaşı sormuş: İçkiyi nasıl bıraktın? Sarhoş demiş ki: Bir gün o kadar çok içmiştim ki eve gelince kaynanamı çift görmeyeyim mi? O gündür, bu gündür ağzıma içki koymuyorum!
Sinoplu İsmail yine duramadı:
- Öyle kaynanaya can kurban, benim de kaynanam vardı ama içkiyi bir türlü bırakamadım.
Devam edecek…