Önceki yazının devamı…

İhtiyarların yanına oturan öğrenci, elindeki sigarasından bir nefes çekip bıraktıktan sona:
- Sorması ayıp olmasın ama yolculuk nereye amcalar?
- Biz yolcu değiliz evladım, biz buralarda vakit öldürüyoruz, dedi Mehmet.
- Ya! Öyle mi? Ben de yolcu sanmıştım!
- Evet, dedi Sinoplu İsmail. Sen iyi bir gence benziyorsun evladım!
- Teşekkür ederim amca.
- Ah şu sigaran olmasa!
- Neyi var şu sigaranın yahu? Kötü arkadaştan iyi, istediğim zaman da bırakabilirim. Zaten içime de çekmiyorum ki. Ne zararı var şunun Allah aşkına amca?
- Sana öyle geliyor evladım! dedi İsmail. Bir alıştınız mı bir daha bırakamazsınız! Benden söylemesi. Bir zamanlar ben de senin gibi düşünüyordum, senin yaşındayken. Ama kazın ayağı öyle değilmiş. Geç anladım taşın sert olduğunu. Bak, ne hâllere düştüm! Yavrum, sana bir olay anlatayım da dinle!
- Dinliyorum amca, dedi öğrenci. Gerçekten de ihtiyarları dinlemek istiyordu. ‘Bunlar tecrübe yükü’ diyordu içinden.
- Öf ülen öf! dedikten sonra Sinoplu İsmail anlatmaya başladı:
Bir gün tek başıma tarlada çalışıyordum. Yanıma sigara almayı da unutmuşum. İleride amcam da çift sürüyordu. Onun sigarasının dumanı burcu burcu geliyordu burna. Gidip istesem verirdi, kırmazdı beni. Utandım, gitmedim. Öğleyin yanıma geldi. Beraberce sigara sardık. Amcam kırık tütün üçerdi. Ondan dolayı da deliksiz elbisesi olmazdı. Sigarayı yaktım. Ceketi de başıma şöylece geçirdim. Öylece sigarayı içmeye başladım. Başımdan ceketi çeken amcam: “Ne yapıyorsun öyle İsmail? Dedi. Öyle sigara içilmez ki. Savuracaksın, savuracaksın dumanını şöyle” dedi ve kendisi de sigarasının dumanını savurmaya başladı. Amca dedim, dumanı boşa gitmesin, dumanı boşa gitmesin diye böyle yapıyorum! Güldü. Sonra ne oldu yavrum? Dumanını yel aldı, parasını el aldı, zehri de bana kaldı…
Görüyorsun sonunda bu hâllere düştük yavrum!.. Ah! Keşke hiç başlamasaydım!
- İyi, güzel de amca dedi öğrenci, şimdi sigara versem içmez misin? Dinine, imanına doğru söyle!..
- İçerim, dedi Sinoplu İsmail.
- Eee? dedi öğrenci.
Bu ara Fatih’le Naci de oraya geldiler, konuşulanları onlar da dinlemeye başladılar. Konuşulanlar hoşlarına gidince de onlar da bir bank çekerek yanlarına oturdular.
Öğrencinin ikna olmadığını gören Mehmet ayağa kalkarak:
- Bana iyi bak evladım! dedi. Sana bir şeyler anlatmaya çalışacağım. Ama dikkat et!
- Tamam amca!
Mehmet gömleğinin düğmelerini teker teker çözdü.
- Şimdi iyi bak dedi. Düğmeleri geri ilikliyorum.
- Bakıyorum amca.
Mehmet, aldan birinci düğmeyi yanlış yere ilikledi. Diğerlerini yukarı doğru iliklemeye devam etti. Sonunda:
- Gördün mü, şimdi ne oldu? dedi.
- Ne oldu ki amca? dedi öğrenci.
- Yavrum, dedi Mehmet, birinci düğmeyi yanlış yere, yanlış deliğe ilikleyince, diğerlerinin tamamı da yanlış oldu. Sen de bizim gibi baştan yanlış yaparsan, senin de sonun bizim gibi yanlış biter! İlk adımlarını yanlış atma!
Sen kitabına, defterine iyi sarıl, oku!.. Oku da adam ol! Her şeyden önce de iyi bir insan ol! Herkesin saygı duyduğu bir insan ol! Bu fırsatını kaçırma!
Yavrum, bak sana bir atasözü söyleyeceğim. Bunu ister defterine yaz, ister kafanın içine!.. Ama uygula!..
— Söyle amca! Yazıyorum!
Öğrenci defterini açtı.
- “Kim mesleğine hor bakar, sonunda boğazına torba takar.” dedi Mehmet.
Anlatılanları çok beğenen Fatih, içinden: ‘Tam da söze karışmanın zamanı’ diyerek:
- Ben de bu güzel sohbetinize katılabilir miyim? dedi.
Mehmet:
- Buyurun, evladım.
Fatih:
- Bizim yörelerde de çiftçilerin söylediği şöyle bir atasözü var. Biraz da bu atasözü ona benziyor. Ben de bu sözü oldum olası severim.
- Neymiş o söz? dedi Mehmet.
- “Ay var, yılı kurtarır, yıl var, ayı kurtarmaz.”
- Ne demek istiyor bu söz; biraz açar mısınız? dedi öğrenci.
- Bu, “söz” değil yavrum, bu “atasözü”! Senin anlayacağın “sözün özü!” dedi Fatih. Bu atasözü demek istiyor ki, seni örnek alarak açıklayacak olursak, ortaöğrenimde iyi çalışır bir Fen Lisesini kazanabilirsen, bu Fen lisesi sana üniversiteyi garantiler. Üniversiteyi bitirip de bir işe atanırsan tüm hayatın kolaylaşır. Ama bunun bir de tersi olursa, iyi düşünün, yani okuma çağını iyi değerlendiremezsen, bütün ömrünün sonuna kadar çalışsan da, okumak istesen de bu rahatlığı bulamazsın, okuyamazsın. Sen, tren istasyondan kalkmadan binmeye çalış yavrum!.. Kaçan fırsat bir daha geri gelmez!
- Şimdi çok iyi anladım amca! Sağ ol.
Mehmet, Fatih’e dönerek:
- Siz ne ile meşgulsünüz evladım? Meramınızı gayet güzel anlattınız gence. Onu ikna edebildiniz.
- Ben doktorum amca. Bu da arkadaşım. İkimiz de Yeşil Ay Derneği mensubuyuz. Biz de sizin gibileri arıyorduk. Sizleri gökte ararken yerde bulduk.
- Bizi niçin arıyordunuz evladım?
- Sohbet edelim diye. İyi oldu karşılaşmamız.
Bu ara birkaç kişi daha sohbeti dinlemeye başladılar.
- Simit, simit! Yok mu alan? Sıcak sıcak, sıcak sıcak! Simiiit!
- Çayy, çaaayy! Sıcak çaay!
- Çay ve simit almak ister misiniz amca? dedi Fatih. Başlarını eğerek sustuklarını görünce:
- Çaycı, çaycıı!.. Simitçi, simitçiii!.. Buraya gelir misiniz? diye sesin geldiği tarafa bağırdı. Her ikisi de hızla geldiler.
— İkiniz de buradakilerin hepsine verin! dedi Fatih. Kendileri de aldılar.
— Teşekkür ederiz Doktor Bey, çok sağ olun! dedi Mehmet.
— Sizler de sağ olun efendim. Afiyet olsun!
— Beraber olsun Doktor Bey, dedi İsmail. Gülüştüler.
‘Demek ki insanları sevindirmek için çok şey de gerekmiyor. Bir simit, bir çay da insanlarımızı sevindirmeye yetiyor’, dedi içinden Fatih. Ama çoğu kere insanlarımızdan bunu esirgiyoruz. Bir selâm da böyle değil mi?’ diye düşündü.
Devam edecek…