Yeni bir haftaya ve yeni yıla Merhaba derken, bu hafta iş güvenliği gündemi dışında yazacağım. Konu Başlığımız: Bir Zamanlar Osmaniye…

Yeni bir haftaya ve yeni yıla Merhaba derken, bu hafta iş güvenliği gündemi dışında yazacağım. Konu Başlığımız: Bir Zamanlar Osmaniye…

Eskiden Osmaniye” platformunda yayınlanmış, Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu olan merhum Şaban Dartar'ın 1930 yılında kurduğu kendi adını taşıyan iş yerinin öyküsü ve Şaban Dartar’ın kendi hayat hikâyesi beni eskilere götürdü.

Gurbette yaşayan bir Osmaniyeli olarak içimdeki memleket hasretini çocukluğum ve hayatımda iz bırakan anılarla gideriyorum. “Eskiden Osmaniye” platformu sayesinde memlekette bulamadığımız anılarımızı bu platformda bulabiliyoruz. Platformun kurucusu İsmail Has, kendisi bu dünyadan göç ederken arkasında çok güzel bir eser bıraktı.

Bu yazımda Osmaniye’yi bir dönem diğer yerlerden ayırmış, kendine has, Osmaniye’nin simgesi olmuş birkaç özelliğinden bahsedeceğim: Portakal ve kavak ağaçları. Özellikle aşı yapılmamış ekşi portakal yiyen insanlar kışın grip nezle soğuk algınlığı gibi hastalıklara yakalanmazdı. Portakal çiçekleri açınca şehir dünyanın en güzel parfümünden daha güzel kokardı. Ağaçların dibine dökülen portakal çiçekleri toplanır, un ve bulgur eleklerinin üzerine dökülür, tek tek iplere takılır, bunlardan bilezik ve kolye yapılır, okuldaki öğretmenlere hediye edilirdi. Portakal çiçeği ile yapılan kolye veya bilekliklerin aylarca kokusu geçmez ve kurumaya başlayınca odanın bir köşesine asılır, doğal parfüm olurlardı.

Her bahçede mutlaka bir kavak ağacı olurdu. Genelde bahçe sonlarında bulunur ve sıra halinde dizilirdi. Kavak ağaçlarına en güzel yakışan şam üzümüydü. Şam üzümü sarmaşık gibi kavak ağacını sarar ve yükseklere çıkardı. Üzümün salkımları büyük, iri taneli, sapsarıydı ve bu üzümün bal gibi tadı olurdu. İncir ağacı olmayan bahçe olmazdı. Kara Özer İncir ağaçlarından incir yiyenlerin ağzından bal akardı.

Eskiden Osmaniye meyve çeşidi bakımından da oldukça zengindi. Eve gelen misafirlere bu meyvelerden ikram edilir, yanlarında götürmesi için verilirdi. Bu çeşitli meyve ağaçları, birçok kuş türünü barındırırdı.

Eski Osmaniye’de çocuklar oyuncaklarını kendileri yapardı. Üç veya dört tekerlekli ahşaptan arabalar yapılır ve yokuş aşağı yarıştırılırdı. Mart, Nisan ayı uçurtma aylarıdır. Osmaniye uçurtmalarını diğer uçurtmalarından ayrılan özellik üç adet kamış kullanılması ve yan taraflarında saçakların bulunmasıdır. Uçurtma yapmak için kimyasal yapıştırıcı kullanılmaz bahçelerde çıkan iddirsa bitkisinin kökü sürülür ve yapıştırıcı olarak kullanılırdı. Uçurtmalar saatlerce gökyüzünde süzülür ve mahallelerde uçurtma yarışları yapılırdı.

Mahalle aralarında ve okul bahçelerinde yakar top ve futbol oynanırdı. Her mahallenin bir futbol takımı vardı. Mahalle arasındaki maçlarda oynanan futbol topları plastik olurdu. O dönemin en popüler ayakkabısı naylon krampondu. Plastik top çabuk patlar ve naylon kramponlar dayanmaz, hızlıca yırtılırdı. Yenisini alacak para olmayınca maşalar ısıtılarak plastik yamaları yapılarak kullanılırdı.

İki tane yazlık sinema vardı. Bunlar Umut ve Çamlık Sinemaları. Sinemalara tüm aileler çocukları ile birlikte gelir ve ahşap sandalyelerde oturularak film izlenirdi. Ümit Besen, Ferdi Tayfur gibi sanatçıların filmlerinde bütün sinema dolar boş yer olmazdı. Aylarca gişelerde kalır, herkes filmi konuşurdu. Sinema önleri şölen yeriydi. Sinemadan sonra açıkmış olanlar tablalarda satılan kavurmacılarda karınlarını doyururlardı. Meşhur kavurmacılar vardı. Onların kavurmasını yiyenler başkasının kavurmasını beğenmezlerdi. Bu kavurmacılardan bir tanesi Arı Sineması kavşağında olandı. Her köşe başında çeşme olurdu. Bazı yerlerde çeşmelere gelen sular yayladan geldiği için biraz akıtınca buz gibi olurdu. İnsanlar bu çeşmeleri bilir özellikle oradan su içerdi. Sanat okulunun alt tarafında bulunan Yandım Ali Bakkaliyesi önündeki çeşme bunlardan biriydi. Sinemaya genelde bisikletle veya yaya olarak gelinir ve gidilirdi.

Her evin kışlık erzakları yazdan hazırlanır, kışın ne yiyeceğiz kaygısı olmazdı. Komşu veya akraba kadınlar tarafından ince yufka ekmekler evlerde yapılırdı. Ekmek bitimi sıkma yapılır, yenirdi. Mahallede cenaze olunca evimize daha yeni girmiş olan ve akşamları yayın yapan televizyonlar haftalarca açılmazdı. Cenaze evine her evden yemek taşınır, taziyeye gelenlere ikram edilip acılar paylaşılırdı.

Çolak Şaban’ın çalışkanlığını ve inançlı bir insan olduğunu herkes bilirdi. Yine Çolak Şaban ile aynı dönemde yaşamış, benimde yakından tanıma fırsatı buluğum. Efendi Hasan’dan bahsetmek istiyorum.

Efendi Hasan eski yazı yanında yeni yazıyı bilen, kişiliği, dürüstlüğü ve çalışkanlığıyla topluma örnek olmuş ve toplumunda efendi lakabı verdiği Hasan Gürbüz’dür. Kanlıgoz Yaylası’ndaki bahçesinin her tarafı elma, ceviz, erik, fındık ağacı olmasına rağmen ömrünün son günlerinde dahi meyve ağacı dikip, gelip geçen insanlar nasiplenir, kalanları da kurtlar kuşlar yer hayır olur diyen bir insandı. Bu dünyadan göç etmiş olan bu güzel insanlara Allah’tan rahmet diliyor, onları saygı ve minnetle anıyorum.