Prof.Dr.Mehmet CİHANGİR


CEMAAT, İKTİDAR ve AZGINLAŞMAK

CEMAAT, İKTİDAR ve AZGINLAŞMAK


Cemaat  dinde ibadet etmek için bir araya gelen topluluklara denirken ayrıca tasavvuf ve benzeri hareketlerde belli bir görüş ve inanca sahip gruplar için de kullanılır. Sosyoloji literatüründe ise üyelerinin ortaklaşa paylaştıkları bir şeye -genellikle ortak bir ideolojiye ya da bir kimlik duygusuna- dayanan, özel olarak oluşturulmuş bir toplumsal ilişkiler bütünü olarak tanımlanır.

Ülkemizde cemaat denince yüzyıllardır ilk akla cami cemaati gelir.

Ancak son yüzyıla gelindiğinde bu kavramın paylaşılmaya başlandığını görürsünüz.

-      Adnan Oktar’ın kurduğu Adnan Oktar Cemaati

-      Nakşibendîlik'in esnaf ve işadamları kolu olarak bilinen Erenköy Cemaati

-      Hüseyin Hilmi Işık'ın kurduğu Işıkçılar Cemaati

-      Nakşibendilik'in Halidiye koluna bağlı olan İskenderpaşa Cemaati

-      Yine Nakşibendilik'e bağlı İsmailağa Cemaati

-      Kökeni Adnan Oktar Cemaatine bağlı Kızıl İmamcılar Cemaati

-      Nakşibendilik'e bağlı Menzil Cemaati

-      Süleyman Hilmi Tunahan'nın gittiği yoldan etkilenen ve kendini bir hareket olarak görmese de sosyolojik yayınlarda cemaat olarak adlandırılan Süleymancılar Cemaati

-      Said-i Nursî'nin eserlerinden etkilenerek oluşan Nur Cemaati ve

-      Kökeni yine Nur Cemaati olan Gülen Cemaati bu tanımlamalara giren gruplar.

Tanımlamalar doğrultusunda tanımlamam eksik de olsa, bu cemaatların temel hedeflerinin dine dayalı ahlaklı insan yetiştirmek, tasavvufi ahlakı benimsemiş insan yetiştirmek, ibadete ve Kurana dayalı birliktelik yaşamak olması gerekir.

Burası işin teorik kısmı.

Bir kısım cemaatlerin bu betimlemelere uyduğu gözlenebilir.

Peki ya diğerleri…

Maalesef çoğunun bu çizgileri çoktan aştığını görürsünüz.

Siyasetçilerle iç içelik…

Menfaat diyerek her seçimde bir partinin hayat arkadaşlığı…

Dünya görüşlerine tamamen zıt partilerle seçim birlikteliği.

Güçlerini korumak adına mıdır bilinmez dinimizin başörtüsünü bile teferruat görmeler.

Burada yazdıkça üzüntümden kahrolduğum satırlar...

Ve sayısal ve ekonomik güç olarak en önemlilerinden biri tam da ateşin içinde buluverdi kendisini:

“İktidarla kavga ederken, hatta öldüresiye bir kavgaya tutuşmuş olarak…”

İktidar nedir?

“Bir işi yapabilme gücü, erk, kudret, devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisi”…

Ve üçlüyü tamamlayalım… “Azgınlaşmak”

Bu da ne demeyin.

İkilinin arasına giren kavram da tam bu.

Maalesef kötü bir görünümü var bu kavramın: “Azgın duruma gelmek, coşmak, taşmak, gözü hiçbir şeyden yılmamak”

Yani…

Her iki grubun şimdiki tavrını tam da tanımlayan bir kavram azgınlaşmak.

Ancak…

Ne iktidar ne cemaat asla üstüne almayacak bu tanımlamayı eminim.

Bekleyen kim ki…

Görünen şeyi kabul etmeseler ne olacak.

Olaya farklı bir bakış açısı sergilemek istiyorum.

Halk adına HAK adına…

Öncelikle ülkemizde cemaat denilince bu kadar cemaat varken nedense sadece biri akla geliyor. Benim de bahsettiğim işte bu cemaat…

Sözkonusu cemaat hakkında küçük bir tarih turu yapacağım.

Eksiğiyle gediğiyle…

Yıl 1980’li yılların başı.

Üniversiteye başlangıç günleri.

Bir grup arkadaşımız bizi evlerine davet ediyorlar.

Uzatmadan yazalım…

Klasik anlamda bugünkü cemaat evlerine benzeyen bir ev.

Raflarda cilt cilt kitaplar var ama siyah deriyle ciltlenmiş, kaplanmış.

Dışarıdan bakınca kime ait olduğu anlaşılmıyor.

İçini açıp bakıyorsunuz.

Ve hayret. Yazar Bediüzzaman Said-i Nursi…

Meraka kapılıp soruyorsunuz: Neden?

….

İşte o gün anlıyorsunuz ki farklı bir nurculuk akımı ortaya çıkıyor.

Zira nurculuk o güne kadar ülkenin en büyük akımı olarak gündemde.

Yeni akım da nesi diye araştırdığınızda karşınıza bugünkü Fethullah Gülen Hoca çıkıyor.

Ama o gün yadırgadığım şeyin cevabı zamanla ortaya çıkıyor:

“Said Nursi’yi çok da aşikar etmemek, ancak eserlerinden istifade etmek”

Bunun çok doğal sonucu Said Nursi’nin yerine zamanla istenilerek ya da farkında olunmadan Fethullah Gülen Hoca’nın oturtulması, ya da yerine konması.

Böyle yapılıyor… Said Nursi ismi pek kullanılmamaya çalışılıyor.

Pir deniyor, üstad deniyor ama orijinal isim gündeme pek gelmiyor…

Ve böyle karma bir Risale-i Nur kökenli cemaat keyfiyet ve sayı olarak, ekonomik olarak ve de siyasi bir güç olarak büyüdükçe büyüyor.

İlk olarak hizmette dersaneciliğin önemi düşünülerek Işık Dersaneleri kuruluyor.

Kurulduğu dönem tam da niyete göre hareket ediliyor.

Fakirse, yoksulsa para alınmıyor çocuklardan.

Ve buradan çocuklar kendi ifadeleriyle hizmete sokuluveriyor bir şekilde.

Niyet halis olduğundan sonuç da halis çıkıyor.

Ancak dersaneler rakipler çoğaldıkça özünden kısmen kopmaya başlıyor.

Eskiden kendi yağlarıyla kavrulmanın derdinde olan dersaneler bir yönüyle ticarethaneye dönüşüyor.

Ve cemaatın şahs-ı manevisi belki de ilk yaralarını bu şekilde alıyor.

Ancak hizmetin amiral gemisi yine dersaneler oluyor.

Burada tespiti yapılan başarılı çocuklar yine bir şekilde kendi kurdukları özel okullara kanalize ediliyor.

Dersane ve özel okullar sayesinde zengin bir işadamı portföyü oluşmaya başlıyor cemaatte…

Paranın büyük güç olduğu günümüzde bu işadamları büyük işler yapmaya başlıyorlar.

İş adamları dernekleri kuruyorlar yurdun her bir yanında.

Büyük şirketler,  hatta katılım bankası tarzında bankalar kuruyorlar.

Ve üniversiteler kurmaya başlıyorlar.

Üniversitelere gidecek yüksek puanlı çocuklar yine dersanelerden ve kendi özel okullarından gönderiliyor.

Kendilerine hizmet erleri dedikleri kişiler dersanelerden üniversiteye uzanan yolda çocukları yine yalnız bırakmıyorlar…

Gittikleri şehirlere kadar onlarla gidip kamuoyunda Işık Evleri adı verilen yerlere yerleştiriyorlar.

Gerçekten göz kamaştırıcı, yürekleri ağza getirici bir hizmet olarak takdir görüyorlar insanlardan…

Ancak.

Her büyüyen güç gibi bu hareket de de yanlış davranışlar ortaya çıkmaya başlıyor zamanla…

Öncelikle dersanelere ve okullarına aldıkları çocuklara nefes aldırmıyor ve neredeyse aileriyle zaman geçirtmez hale getiriyorlar.

Böylelikle farz bir eylem olan sıla-i rahimin önünü kesiyorlar.

Ve bilmediklerini düşünmüyorum kul hakkı yenmeye başlanıyor.

Vatandaş polis okulları için çocuklarını kurslara gönderip onca para, zaman ve enerji harcarken on bin polis için soruların bu cemaate aktarıldığı iddiaları ayyuka çıkıyor.

Bu yetmiyor.

Polis teşkilatında yükselmek için illaki bu cemaate mensubiyetin gerekli olduğu iddiaları.

Adliyede, mülkiyede, milli eğitimde inanılmaz gösterilen güçleri.

Yükselme bekleyen bürokrasinin cemaate olan yalaka tavır ve davranışları.

Şeyh uçmasa da mürit uçurur yaklaşımını cemaatin bir kısmı da kabullenip kendilerini farklı bir statüye koyuyorlar.

Belki de cemaat olmanın ile-i gayesinin bu olduğu izlenimine kapılıyorlar.

Tevazu ve alçakgönüllülükten vazgeçilip gurur ve kibire kapılınıyor.

Kendi çıkış noktaları olan Risale-i Nurda da bahsedilen ”gurur, tevazu, tahdis-i nimet ve küfran-ı nimet” kavramlarını karıştırmaya başlıyorlar.

Ve bunun doğal sonucu azgınlaşma olarak ortaya çıkıyor.

Çok dillendirilmese de Cübbeli Ahmet Hoca adındaki başka bir cemaat mensubu bir din aliminin “en büyük cemaat olarak bu cemaatın gösterilmesine” karşı televizyonda yaptığı tepkinin hemen ardından fuhuş iddiasıyla gözaltına alınması ve bu gözaltına alınmanın cemaat adıyla birlikte anılması tüm Müslümanların yüreğini dağlıyor.

Yıllarca dindar başbakan tanımlamasıyla kendilerine de destek veren başbakanı iktidar olmanın verdiği bazı yetkileri kendi aleyhlerine kullandığı, kendilerine parlamentoda yeterli üyeliğin verilmediği ve de cemaat görüşlerinde olan bürokratlarda değişiklikler yaptığı gibi algı ve iddialarla suçlayarak MİT Başkanı nezdinde istifaya hatta tutuklatmaya kalkışıldığı kamuoyunda ciddi bir kabul görüyor.

Ve pek çok olay…

Bir defa iktidarın milli görüşüyle cemaatin kökeni hiçbir zaman uyuşmamıştır.

Ne geçmişte ne de şimdilerde.

Ancak cemaatin çok rahat hareket ettiği, bu iktidar döneminde tabir caizse palazlandığı gerçeği nasıl göz ardı edilebilir.

Cemaate ait STK’ların tüm toplantılarına hükümet yetkililerinden birileri mutlaka katılmamış ve destek vermemiş midir?

Bu iktidar döneminde cemaate ait hiçbir kurum ya da kuruluş cebri bir denetlemeye tabi tutulmuş mudur?

Örneğin bir Koç Grubu gibi inceleme yapılmış mıdır?

Kamuoyuna yansıyan böyle zorlamalar asla görülmemiştir.

Bütün bunlara karşın cemaatin iktidar üstünde Demokles’in Kılıcı gibi duran kılıcı iktidarı rahatsız etmeye başlamıştır.

Ülkede din adına tahrip edilen her şeyi ellerinden geldiğince tamir ettiğini veya tamir etmeye çalıştığını iddia eden bir iktidar

İktidar çok doğal olarak amacı din ve iman hizmeti olması gereken cemaatin durduğu yeri artık sorgulamaya başlamıştır.

Ve maalesef bu sorgulamaya cemaatin tamamı olmasa da bir kısmı çanak tutmuştur.

Ülkenin oldukça dindar bir şahsiyet olan başbakanına her ne kadar sonradan yalanlansa da Firavun benzetmesi yapılabilmiştir.

Son sözüm ve algılamam şudur ki…

Cemaatin hizmetteki can damarı dersanelerdir.

İktidar bu tavrıyla büyük bir yanlışın içindedir ve cemaatten ziyade bu cemaatin yaptığı iman hizmetine zulmedecektir.

İktidar yine bilmelidir ki bu cemaatin ışık evlerinde kızlı-erkekli (!) kalınmamaktadır.

Ancak cemaat şunu çok iyi okumalıdır:

Acaba kader hangi cihette adaletini göstermiştir…

Unutulmamalıdır ki bugün tekrardan görüşülmek kaydıyla seçim öncesi olduğu için geri çekilen düzenleme yakın tarihte ülke gündemine tekrar getirilecektir.

Ve nitekim dün Kredi Yurtlar Kurumunun ülke genelinde 105 bin öğrenci için yurt kiralama ilanına tam da bu tartışmaların ortasında çıkması bu kavganın bitmeyeceğinin işareti sayılabilir mi?

Her iki tarafa da tavsiyemiz Allah’ın verdiği nimetleri azgınlaşmak ve şımarmak için kullanmamalarıdır.

Aksi halde gelecek ceza her iki grup için de acı olabilecektir.

Daha güzel konularda görüşmek dileğiyle.