Av.Feyzullah CİHANGİR


KİMLİK ve ANAYASA


Yeni anayasa yapım sürecinde ortaya çıkan “kimlik” sorunu ülkemiz için yeni ve alışılmamış bir sorun değil. Tanzimat döneminde “Osmanlı” kimliği üzerinden başlayan tartışmalar Kanun-i Esasi’nin 8. maddesine “din ve mezhebi ne olursa olsun Osmanlı Devleti tabiyetinde bulunan herkes bilaistisna Osmanlı tabir olunur” şeklinde formüle edilmişti. İttihat ve Terakki ve devamında CHP ile birlikte güçlenen siyasal akımlarla birlikte “Türk” kavramı anayasalara girmiş ve Cumhuriyet sonrası anayasalarında kullanılmıştır.

Esasen “Türk” kelimesinin tek başına bir ırkı ifade ettiğini söylemek mümkün değildir. Türk kavramı tarihsel bir kavramdır ve bizim anladığımızdan çok daha geniş anlamlar ihtiva eder. Her ne kadar etnik bir kavram ifade etmiş olsa dahi kültürel anlamı, bunun daha ötesinde medeniyetler dünyasında ifade ettiği anlam bir etnik grubun ötesindedir.

Uzun süreçte siyasal ve askeri gelişmeler ışığında ortaya çıkan “Türk” kavramı Avrupa’da bizim anladığımızdan çok daha geniş ve etkili bir anlam ifade eder. Hz. Peygamber zamanından bu yana Avrupalılar için Müslümanlar “kafir” dir. Hz. Peygamber ve sahabelerinin kısa sürede Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu ele geçirmesinden sonra başlayan üstünlük devri Avrupa’da “Müslüman Düşmanlığı” nı tetikleyen en önemli unsurlardandır. Osmanlı Devleti’nin uzun süren iktidarı ve bu iktidar süresince Avrupalılarla olan mücadeleler ve üstünlük Haçlı Ruhu’nun güçlenmesine neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu da bu büyük düşmanlığın artmasına neden olan en önemli unsurlardan birisi olarak kabul edilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun batı şuurunda yaptığı etki nedeniyle “Türklük” ve “Müslümanlık” çoğu zaman eş zamanlı kullanılmıştır. Ta 13. yüzyıldan beri Avrupa Birliği ve Dayanışması esasen Türklere (Müslümanlara) karşı birlik ve dayanışma anlamına gelecek şekilde kullanılmış, Türklere karşı birlikten bahsedilmiştir. Zira devlet ve ordu düzeyinde organize olabilme konusunda Türkler diğer Müslüman milletlere nazaran çok daha mahirdir.

Yeni anayasa tartışmaları iktidarı bir kimlik sorunuyla da karşı karşıya bırakmıştır. Bu süreçte ortaya çıkan önemli tartışmalardan birisi hiç şüphesiz anayasada yer alacak etnik deyimlerdir. Ülkemizin işi bu konuda gerçekten zordur. Zira Batı Avrupa veya Amerika Birleşik Devletlerinde bir “etnik” grubun üstünlüğünün kabul edildiği bir anayasa bulmak veya tüm etnik grupları tek bir etnik gruba indirgemek mümkün görünmemiştir. Yürürlükte olan anayasamız bu konuda uzun vadeli çözüm getirmediği gibi evrensel kurallardan da ilham alınmadan yazıldığı için çok kısa sürede kendisini tüketmiştir. Uzun yıllar siyah ırka kan kusturan Amerika Birleşik Devletleri dahi kuruluş belgelerinde köleliğe karşı çıkmış, en azından bunu vaad etmiş, karanlık yüzünü bu şekilde makyajlamıştır.

Tarihte etnik gruplara aşırı vurgu yapılmasının savaş ve kaos ortamlarına denk geldiği görülmektedir. Bu ortamlarda milli kimlik icat edilmiş, yüceltilmiş ve bir var oluş savaşında moral güç haline getirilmiştir. Ulus devletlerin temelinde bu maya bulunmaktadır. Bunun zamanla din ve milliyet arasında bir çatışma haline dönüştüğü de görülmektedir. Zira hiçbir din (tahrif edilen Yahudilik müstesna) yalnızca bir etnik grubun üstünlüğü esasına dayanmamakta, bilakis tüm insanları kucaklamaktadır.

Batı Avrupa ülkelerinin birçoğu farklı etnik ve sosyal gruplardan oluşan federal devletlerden oluşmaktadır ve batıda bu bir ayrımcılık değil bilakis bir zenginlik olarak formüle edilebilmiştir. Örneğin Alman Anayasası bağımsız federal devletlerin uzlaşısıyla kaleme alınmış ve “Alman Ulusu” kaosu birliğe dönüştürmenin formülü haline getirilmiştir. Birbirini boğazlayarak yüzyıllar geçiren Avrupa bu formülle şimdilik istikrarını koruyor görünmektedir.

Türkiye’nin işinin zor olmasının nedeni etnik farklılıkları bir zenginliğe dönüştürecek formül bulmanın zorlaştırılmasıdır. Bu formül esasen zor değildir. Ancak PKK terör örgütünün karanlık hedefleri meseleyi zorlaştırmaktadır.

Yeni anayasada yer alacak başarılı bir formül yalnızca iktidarın değil milletimizin de Cumhuriyet kazanımlarıyla birlikte yetiştirdiği en önemli meyvelerinden birisi olacaktır. Türkiye’de bürokrasi ve hatta yargının dahi varlık nedenlerini “Türklükle” “Müslümanlığı” birbirinden ayırmak için harcamış oldukları göz önüne alındığında bunun kolay olmadığı da bellidir. Özellikle CHP muhalefetinin bu konuda tutarlı bir önerisinin bulunması mümkün görünmemektedir. Zira CHP içerisinde Marksist fikirden ilham alanlar ile Kemalist fikirlerden ilham alanların bu konuda uzlaşmaları kolay görünmemektedir. İşin garibi Kemalist fikirlilerin “Türk” anlayışının tarihsel bağlamda ortaya çıkan “Türk” kavramıyla uyumlu olmadığı da dikkat çekmektedir. Kemalistler tarih dışı bir Türk imajı oluşturmaya çabalamışlar ama bunda başarılı olamamışlardır.

Şüphesiz anayasa yazımında batılı ülkelerin anayasaları da yakından incelenecek ve bunlardan faydalanılacaktır. Ancak Türkiye’nin kendine özgü bir anayasa yapabilmesi için birikim ve tecrübesini doğru şekilde tanımlaması gerekmekte ve hareket noktası bu tarihsel birikim olarak kabul edilmelidir. Cumhuriyet sonrası ortaya çıkan laik-antilaik kavgalarına eklenen terör sorunu iyi analiz edilmeli ve bu kaosu ortadan kaldıracak bir dilde buluşulmalıdır.

Modern anayasalarda bir etnik gruba ayrıcalık tanımak sürdürülebilir bir yöntem olarak kabul görmemektedir. Vatandaşlık deyimi dürüst ve iyi niyetli olan herkesin talebini karşılamaya yetecek bir formüldür. Tartışmaların bu formül üzerinden yürütülmesi en sağlıklı ve zararsız olanıdır kanaatindeyiz.