Av.Feyzullah CİHANGİR


KAMUDA BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI


12 Eylül İhtilalinden sonra yaşadığımız yaklaşık 30 yıllık süreç belli bir devlet tecrübesine erişmemize vesile oldu denilebilir. İhtilal öncesi dönemlerde ordunun siyaset üzerindeki mutlak hakimiyeti yaşanan olaylar ve gelişen dinamiklerle birlikte en azından sorgulanmaya ve üzerine gidilmeye başlandı. 2002 yılından bu yana yaşanan hukuksal değişiklikler ve toplumsal eğilimle birlikte gelinen nokta 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda doruğuna ulaştı denilebilir. Ülkenin Başbakanının eşi başörtülü olduğu için davet edilmediği “devlet resepsiyonları” ilk defa eşli gerçekleştirilmiş oldu. Tabii ki laik hukuk düzeninde herhangi bir değişiklik olmadı, ülke ortaçağ karanlığına gömülmedi.

 

            Bu noktada kamu kurum ve kuruluşlarında başörtülü personelin çalıştırılıp çalıştırılamayacağı sorunu daha sık tartışılmalıdır. Bundan 10 yıl öncesinde ağza bile alınamayacak bu talep bugün bir demokratikleşme, eşitlik ve özgürlük problemi olarak görülüyorsa ülkemizin iyi yolda olduğunu söylemek gerekir.

 

            Ülkemizde başörtüsü yasağının yasa metni düzeyinde herhangi bir dayanağı yok. Hiçbir kanun maddesi başörtüsünün yasak olduğunu söylemiyor. Böyle bir yasağın çağdaş ve demokratik hukuk devleti ile bağdaşıp bağdaşmadığını bir yana bırakın düşünülmesi dahi ciddi bir zihinsel travmanın işaretidir. Meclisi milli iradenin tecellisi olarak gördüğünüz takdirde böyle bir yasa çıkaracak çoğunluğun hiçbir zaman olmadığı da dikkat çekmektedir. Milletimizin neredeyse %90 ının başörtüsü ile problemi yoktur.

           

Ne yazık ki bu yasak yıllarca İç İşleri Bakanlığı genelgeleri, YÖK ve Üniversite uygulamaları ve MGK bildirileriyle sürdürülmüştür. Anayasa Mahkemesine dahi taşınan konu dosyada başörtüsünün İslam dininin bir gereği olduğuna dair görüş içeren bilirkişi raporuna rağmen “laiklik karşıtı eylemlerin sembolü” olarak yorumlanmış ve yasa değişikliklerine geçit verilmemiştir. Üstelik bilirkişi heyetinde Anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı görevlilerinin görüşü de mevcuttu.

 

            Velhasıl ülkemiz bu çarpıklıklardan bir bir kurtuluyor.

 

            Ancak başörtüsü konusunda devlet ciddiyeti ve kamu disiplini açısından bazı düzenlemelerin yapılması gerektiğini, özgürlük meselesinin sulandırılmaması gerektiğini düşünüyoruz.

 

            Bu maksatla yönetmeliklerle üniforma tarzında tek tip başörtüleri belirlenebilir. Kamuda belli renklere izin vererek, belli bağlama çeşitlerini kabul ederek bir düzen oturtulabilir. Tabii ki burada dinin izin verdiği ölçüler göz önüne alınmalı. Esasen dinin ölçüleri göz önüne alındığında bugün elli çeşit farklı tipte başörtüsünün oluşturduğu soru işareti de kalmayacaktır. Son derece karmaşık şekilde bağlanan ve hiç de mütevazi sayılamayacak tipte görünen başörtüleri modanın ve tüketim kültürünün değerlerinden besleniyor. Bunların başörtüsünün amacı ile bağdaştığını söylemek de kolay değil. Kanaatimce dine uygun başörtüsü kadını çok daha mütevazi ve ağırbaşlı gösteriyor. Kamunun ölçüsü de bu olmalıdır diye düşünüyorum.

 

            Örtülü olsun ya da olmasın tüm insanların devlete “vatandaşlık bağı” ile bağlı olduğu unutulmamalı ve vatandaşlık hakları sonuna kadar kullandırılmalıdır. Bu lüzumsuz çatışmanın başka bir çaresi yoktur.