BAŞYAZI / Mehmet FURKAN


ANLAMAK, YAKLAŞMAK; TANIMLAMAK HÜKMETMEKTİR(1)

Selam ile…


Selam ile…
Yazı arşivimde yaptığım gezi sırasında “Müslümanların bu ülkede aydın olamayan entelektüeller tarafından Jakoben tavırlarla ötekileştirildiği, horlandığı ve dışlandığı yıllarda”, bu sütunda sizlerle paylaştığım bu yazıya rastladım.
Bu yazıyı yeniden ve dikkatle okudum. Çenemi ellerimin arasına alarak dakikalarca   üzerinde ve geçmişimizle bugünümüzü kıyaslayarak düşündüm.
Aradan geçen onca yıllarda çekilen çileler ve verilen mücadele sonucu bugün gelinen noktada; şeklen idarede, iktidarda, ekonomi ve sosyal hayatta  dışlanmaktan kurtulduğumuzu görüyoruz.
Ancak, uğradığımız değerler aşınmasını,yitirdiğimiz bakış açımızı ve düştüğümüz özenti kompleks batağını düşündüğümde ; Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in “Biz savaşı öldüğümüz zaman değil, düşmanlarımıza benzediğimiz zaman kaybederiz” deyişi zihnimde yankılanıyor.
Bir bakın bakalım; o yıllarda onlar bize nasıl bakıyorlarmış ve bizde ne görüyorlarmış?
Basınımızın anlı şanlı kalemleri, entelektüel beyler, İslam'ı bilmeden İslam'ın sosyolojik varyantları hakkında fikir yürütmeye kalkıyorlar.
Murat Bardakçı "köylü İslam”ından, Zülfü Livanelli “varoş İslamı”ndan bahsediyor. Ufuk Güldemir "Büfeci İslamı" derken Engin Ardıç hiç bu konuya bigane kalır mı? O da “Lümpen İslam"ından dem vuruyor.
İslam'ı modern yaşamla bağdaştırma sorunu yaşayanların eğreti ve tedirgin duruşudur bu  tanımlamalarla anlatılmak istenen.
İnançlarıyla var olma kaygısı yaşayan insanların köy-kent ikilemi yaşayarak bocalamalarından daha tabi bir şey olamaz.
Garip olan; toplumun inanç ve geleneklerini iyi kötü yaşamaya çalışan  insanlarına başka gezegenden gelmiş muamelesi yapılıyor olmasıdır.
İslamcı kadınlar ve  erkekler nasıl yerler, nasıl  içerler, evlerinde acaba yatak odaları var mıdır gibi tuhaf sorulara cevap yetiştirmeye kalkanlara ne demeli?
“Biz aslında öyle değil, şöyleyiz” yada “bakmayın bizim şöyle şöyle yaptığımıza, aslında herkes gibiyiz, kimseden bir farkımız yok” tarzındaki savunmalar; eğer soruyu soran kişinin yüreğine su serpmek değilse, sahip olduğu   kimliğin altında ezilmektir.
Müslümanlar köylü, kasabalı ve kentli halleriyle bütün yalın kişilikleriyle orada, orta yerde ve gözler önündedir.
Zaten isteseler de kendilerini  gizleyip saklayamazlar.
Zira, giyim kuşam hal hareket ve tavırları onların alameti farikalarıdır.
Müslüman'ın gizli saklı hayatı yaşamı değil, mahrem hayatı olabilir ancak.
Herkesin bildiği  mahrem mesafenin ihlal edilmesi hiçbir zaman düşünülemez .
Bu özel mesafenin dışında Müslüman bireyin bir günlük hayatını öğrenmek yorucu çalışmaları gerektirmeyecek denli kolaydır.
Hele, aynı kültürel atmosferi yaşıyorsanız Müslümanların sosyal değişimlerini yerli yerince tespit edebilmeniz  hiç zor olmaz.
Ne yazık ki, kimi gazetelerin anlı şanlı köşe yazarları bile mütedeyyin kitleyi pencereden sokağı süzer gibi yüzeysel bir bakışla tahlil etmeye kalkmaktalar.
Yarın devam etmek üzere, şimdilik hoşça kalın…