Ali CİHANGİR/Cebelibereket Gazeteciler Cemiyeti Başkanı


10 Ocak’ta İç Sesim…

Hani bugün bizim günümüz ya, ben de içimi dökmek istedim sizlere… Elinize alıp 5 dakikada okuduğunuz o gazetenin veya internete girip 1 dakikada okuduğunuz o haberlerin hangi şartlarda, nasıl hazırlandığına bir ayna tutsun…


Bugün 10 Ocak. Çalışan gazeteciler günü. Telefonlarımız bugün hiç susmayacak, kutlamalar, başarı dilekleri, övgüler…
Ardından ziyarete gelenler, çiçek yollayanlar vs. uzayıp gidecek…

Hani bugün bizim günümüz ya, ben de içimi dökmek istedim sizlere… Elinize alıp 5 dakikada okuduğunuz o gazetenin veya internete girip 1 dakikada okuduğunuz o haberlerin hangi şartlarda, nasıl hazırlandığına bir ayna tutsun…

Şaka maka 53 yaşına gelmişim… Meslekte ise çeyrek asrı geride bırakmışım. Kolay değil 26 yıl…

1998 yılında Akdeniz Gazetesinde Sorumlu Yazı işleri Müdürü olarak iş hayatıma başladım. Bugüne kadar basın sektöründe çeşitli görevler aldım… Halen aynı gazetede Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak çalışırken Cemiyet Başkanlığım, Akdeniz Gazeteciler Federasyonu Başkan Vekilliğim, Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Yönetim Kurulu üyeliğim devam etmekte… 
İşimi en iyi yapmak için, maddiyatın ötesinde sorumluluk anlayışım gereği ailemi, dostlarımı, sevdiklerimi hep ihmal ettim ve ihmal etmeye de devam ediyorum.

Zordur gazeteci olmak ama hakkıyla yaptığınızda da çok onurlu bir meslektir, saygındır, kutsaldır.

Sizden çok taviz ister gazetecilik… Bedenen ve ruhen çok yorulursunuz, öyle anlar olur ki, “Bu kadarı da olmaz yahu, ben de insanım, duygularım var, hislerim var, acılarım var.” Dersiniz ama işiniz gereği duygularınızı, acılarınızı bir kenara bırakır işinize geri dönersiniz.

Çünkü okur sizden haber bekliyor, vatandaş sorunlarının gazete sütunlarında yer almasını istiyor, kamu sektörü yaptığı hizmetlerin halka ulaşması için sizden beklentiler içerisinde. Tüm bu beklentiler karşısında sorumluluğunuz var. Yaptığınız iş gereği mesai kavramınız olamaz. Gecenin bir yarısında olay olmuş, olayı doğru bir şekilde vatandaşa aktarmak zorundasınız. Sorumlu gazetecilik bunu gerektirir.

Bugün, yani 10 Ocak Çalışan Gazeteciler gününde sizlerle kendi yaşadıklarımdan birkaç satır aktarmak istedim.

İlk gözağrım, şu anda arkamda sırtımı dayadığım kocaman bir dağ olarak duran oğlum Hanifi Taner’imin bebekliği biraz zorlu geçti. Sürekli boğaz enfeksiyonu yaşıyor ve sık sık hastanede yatmak zorunda kalıyordu. Annesi de çalıştığı için gündüz hastanede yanında olamıyorduk ancak akşamları gidebiliyorduk ve ben akşamları da gazete işleri olduğundan çoğu zaman yanında olamıyordum. Çünkü o gazete ne olursa olsun sabah okuyucuya ulaşmak zorundadır.  Yani Çocuğum hastanede yatarken ben işimin başındaydım. Bu bir baba için nasıl bir duygu düşünün…

Daha acılarını yaşadım tabi ki 26 yıl içerisinde…

Tarih 11 Ocak 2009… Can dostum, abim, kardeşim dediğim İşadamı Serdar Kılıç ve 3 arkadaşının bulunduğu balıkçı teknesinin Dörtyol açıklarında kaybolduğu haberini almıştık. Yüreğimize yangın düşmüştü. Sağ salim bulunurlar İnşallah diye dua ederken 12 Ocak 2009 tarihinde acı haber geldi. Serdar Kılıç ve 3 arkadaşı ölü olarak bulunmuştu. Ertesi gün cenaze merasimi var, 4 tabut büyük camiye getirildi. Büyük bir acı, elimdeki fotoğraf makinasını zor tutuyorum, bir tarafta yüreğimdeki acı ama diğer tarafta bu acıyı habere çevirmek için görevim var… İnanın o gün o fotoğraf makinası elimde ağırlaştıkça ağırlaşıyordu, kollarım taşıyamayacak kadar ağırlaşmıştı ve haberi yazarken yaşadığım duyguları düşünün… Yani iki solukta okurun okuduğu bir haberin aslında ne dara ağır yüklerle dolu olduğunu bir düşünün…

Tarih 25 Mayıs 2015… Akşam saatleri, uzun süredir rahatsız olan babamı evde kaybettik. Cenazesini hastane morguna kaldırdık, sabah defnedeceğiz ve ben gün boyu başında olduğum için gazete kaldı ama sabah o gazetenin çıkması gerek, acımı yüreğime gömerek gece Babam hastane morgunda yatarken ben gazete kalıbı almaya gittim, çünkü bunu yapabilecek başka kimse yoktu.

Tarih 20 Şubat 2021, bu kez acı haber park hastanesinden geldi. Hastanede yatan Abim Habib Cihangir’i akşam üstü kaybetmiştik. Yengemi, yeğenlerimi, ablalarımı teselli etmek bana düşmüştü. Gece yarısına kadar onları teselli etmeye çalıştım. Sonra ise yine işimi yapmak zorundaydım ve abim hastane morgunda yatarken ben yine gazete kalıbı almaya gitmiştim. Daha abimin acısını unutamadan 15 gün sonra 7 Mart 2021’de Koronadan Annemi kaybettim. Herkes korona, bir araya dahi gelemiyoruz, herkes kendi evinde acısını yaşarken ben hem acımı yaşıyor hem yine gece annem morgta yatarken gazete kalıbı alıyordum.

Gelelim hayatımdaki en son yaşadığım acıya… 6 Mayıs 2021… Mesleğe yanında başladığım, meslek büyüğümüz, yeri geldiğinde patronum, yeri geldiğinde can yoldaşım ve en sonunda kayınbabam olan Lutfi Taner Deniz’i koronaya kurban verdik. Pandemi nedeniyle gazeteler sırayla çıkıyordu. Gazetemizin muhabiri Ümit Kahrıman, “Abi Taner abinin haberini yazdım, bir baksan, onaylasan da yayınlasak.” dedi. O habere nasıl bakacaktım, yani nasıl okuyup “tamam” bu şekilde yayınlayın diyecektim ki… Bunu yürek nasıl kaldıracaktı… Ama görev, okuyucu o haberi ulaştırmak zorundasınız…

Bunları sizlerle neden paylaştım… Aslında dışarıdan bakıldığında çok kolaymış gibi görünen mesleğimizin ne kadar zor ve acımasız bir iş olduğunu anlatmak istedim. Siz ne durumda olursanız olun ama o gazete okuyucuya sabah ulaşmak zorunda.

Bu 10 Ocak’ta, öyle basının ekonomik sorunları, basın özgürlüğü gibi konuları yazmak istemedim çünkü yazsak da sonuç değişmiyor, ben de içimdekileri sizlere dökeyim bir dedim…

Aman ha bu yazdıklarımı duygu sömürüsü gibi algılamayın… Dostça bir iç döküş…